20 Nisan 2012 Cuma

Psikoloji Metinleri Kitabı

İÇİNDEKİLER

Önsöz

Sonsöz

TEORİK

Meta-Psikoloji Örnekleri
Başka, Diğer ve Öteki
Psikoloji Perspektifleri
Normaloji ve Patoloji

PRATİK

Nesnel

Bireysel

Düşünce

Şizofreni İçin
Soyut Zeka

Duygu

Tokofobi
Nötroseksüalite
Empati, Hiperpati, Psedopati, Sinepati, Apati, Metapati, Transpati, Polipati, İnterpati, Psikopati
İnsanların Cinsel Seçimleri
Libidonun Dümura Uğraması
Toplama Kampı Psikolojisi
Üniseks ve Enterseks
Türkçe’de Duygu Sözcükleri

Psiko-Sosyal

Ekstremofiller İçin
Ötenazi İçin
Ludoloji = Oyunbilim
Maymun = İnsan
Soyutbilim
Marjinallik ve Ayrallık
Toplumsallığın Negatifliği

Öznel
Güncelerde Psikoloji

2007
Düşünce-Duygu İlintisi
Empati x Simülasyon

2008
İstediğin Birini Öldürebilmek
Yaşamımın En Travmatik Olayları
Sinestezi ve Polistezi
Tasarımsal Pozitif Ben

2009
Narsisizm

2010
Meta-Gnozi
İd ve Süperego

2011
Teratoloji
Cotard Sendromu
Nekrofobik Teratoloji

2012
Nekrofobi ve Nekrofili
Bendeki Şimdinin Şimdiki Geometrisi

ÖNSÖZ

Freud metinlerini okuduğum 18 yaşımdan beridir, psikoloji konusunda yazarım. Onları 1 kitap yapma projesi, 34 yıl sonraya, 2012’ye kaldı. Sanırım 34 yılda 50 civarında bu konuda metin yazmışımdır ve onlar da zaten bir kitap edebilir.

Dolayısıyla bu yıl yapmam gereken; bir: 50 yıllık bakış açısı perspektifi çıkarmak, iki: konuyu öznel ve nesnel perspektiflerde sınıflandırmak, üç: gelecekbilimi ve meta-hüman kavramını zihinbilime yerleştirmek. Ustalarla hesaplaşmayı gündemdışı bıraktım.

Demek ki zihinbilim-ruhbilim tanım geçişimleri, en çok netliğe ulaştırılması gereken alan durumunda. Zihinbilimin 100 küsuruncu yılında buna hala gereksinim duyulması utanç verici bir durum.

Artı, bu konudaki artı-değer düşüncelerimi daha göze çarpıcı olarak sunmak.

Yaklaşık son 2 yılım berbat geçti. Buna karşın birçok yeni başlıkta kitaplar tamamlamayı sürdürdüm. Sanırım zihinbilim için de böyle olacak. 2012 bitmeden bu kitap tamamlanır.

(Nisan 2012)

SONSÖZ

Olabiliyormuş. Oldu.

Açıkçası, umduğumdan daha nitelikli bir sonuç oldu.

Açıkçası, devamlarını getirtecek bir eksodus oldu.

Daha önceki yıllarda, beyin-zihin ve zeka üzerine makaleleri derlemiştim ama konuya tümüyle psikoloji açısından yaklaşınca, ortaya hiç ummadığım bir derleme sonuç çıktı.

Daha çok formuyla, daha az içeriğiyle, yine güneyin altında söylenmedik sözler içeren bir kitap oldu.

Öznel-nesnel gergefi iyi oldu.

Teorik yan zayıf kaldı.

Marjinal epistemolojik alanlar taraması umduğumdan daha iyi sonuç verdi. Dolayısıyla bu kitap epeyi NEK de içermiş oluyor ama başka biçimlerde söylenmiş olarak.

Banalojiden sonra, psikoloji ile de, somut yaşam üzerine yazabileceğim ortaya çıktı.

Bir romanı asla ve kata bir psikolojik veya bir sosyolojik makalenin önüne yaratıcılık açısından koymadım. İnsana ilişkin konuşmak için ise hiç mi hiç.

Gene bildiğimi okudum. Gene doğrusunu yaptım.

(Nisan 2012)

Meta-Psikoloji Örnekleri

Zihinde özdeşliği (ve kimliği) unutmak / silmek.

Freud’u unutmak / silmek.

Adler’i, Jung’u, Fromm’u, Reich’ı da unutmak.

Szondi’yi yeniden keşfetmek.

Sacks gibilerin çalışmalarına daha çok ayral veri tabanı sağlamak.

Zihin felsefesinde beden-zihin ikiciliğinin (düalizminin) ve birciliğinin (monizminin) ayırtsızlığının görülmesi.

Psikolojiyi ruhbilim değil, zihinbilim kılmak.

Zihinbilimde bilisel (kognitif) yanla, kişilik psikolojisini (duygular ve davranışları) sentezlemek ve praksislemek:

Duygu-düşünce dönüşümlerini listelemek.

Yaşayan dahilerin kognitif yanlarını hangi duyguların beslediğini irdeleyen geniş bir alan araştırması yapmak.

‘Border-line’, ‘double-binded’, çokkişilikli, post-travmati stres bozukluğu vaka tanımlama çizgisin tümden silip, o alanda sıfırdan başlamak.

Zihnin siberuzay dönüşümlerini çalışmak, bu alandaki çalışmaları da psikolojiye dahil etmek.

(4 Kasım 2008)

Başka, Diğer ve Öteki

Bunlar, Türkçe’de eşanlamlı olabilen sözcüklerdir.

Diğer ve öteki, ikisi de başka başka kişilerce kullanılarak, toplumbilim ve zihinbilim terimi durumuna dönüştürülmüştür.

Ancak başka, hem az kullanılmıştır, hem de ötekilerle eşanlamlı olmaktan başka bir anlamı da vardır.

Başka başkadır ama diğer ve öteki, benle aynı (şey) olabilir veya benin yerine konabilir.

İşte o başkadaki başka olarak, bize varlıktan başka bir şey gerek.

Düşünde her kavramın üzerine tüneyen bir baron vardır. ‘Başka’ terimi de Lavinas’a kalmış ve mal olmuş.

Ancak bir sözü var ki başka bir söz isteyen, o da şu:

‘İnsanlar kendini evinde hissetmek için felsefe yapar.’

Hayır. İnsanlar evi terketmek için felsefe yapar.

Ev bağlanmaktır. Başka yere ayrılırsın, koparsın, sıçrarsın. İlki statik, sonraki dinamiktir. İlki pozisyon, ikincisi negasyondur.

Negasyonlu olmayan felsefe, felsefe değildir.

Gelelim diğer sözüne:

‘Çıplak yüz karşısındakini de soyar.’

Yine hayır.

Zamanın İsrail başbakanı Golda Meir’in ifade ettiği üzere Yahudiler, o ülkede Musevilik değil, fahişelik de yapmıştır.

Artı, Levi’nin yazdığı üzere Yahudi, Yahudi’nin kurdudur.

Bu durumda o söz şöyle söylenebilir (Kafka’esk biçimde):

Çıplak derilinin derisini bir daha soyarlar, hem de başkaları değil, bizimkiler.

Ancak, Musevi’yi toplama kampına koy, yine de hakkını ver:

Evet: Bize varlıktan başka şeyler de gerek. Yokluk, hiçlik, eksi varlık, sanal varlık, henüz adı konulmamış olan, her ne ise o...

Bunu neden önesürüyorum?:

Çünkü düşünen bir beynin var olduğunu hiç görmedim, kayıtlarda da yok.

Örnek mi?

Buto’cular.

Örnek mi?

Fassbinder.

Örnek mi?

Bosch.

Tao’ist yorumla söyleyelim:

Var olan yol, yol değildir.

(18 Ocak 2012)

Psikoloji Perspektifleri

18 yaşımdan beridir tüm psikolojik ustalara negasyonla yaklaştım. Bu, ‘genel mantıksal negasyon tavrım’dan farklı ve fazla olarak, onların dogmatik faşizmine karşıydı. Hem birbirlerine, hem de hastalarına yaptıkları, toplama kampı psikolojisini zaman zaman aştı.

Ana akımların çatallanması, çeşitlilik açısından hoş, epistemolojik açıdan nahoş bir durum. Sonuçta, o kadar az insan tipi de yok, o kadar çok insan tipi de yok. Hiçbir psikoloğun tüm yaşlıların veya tüm çocukların birbirberine limit benzer durumda olmasına lişkin antropolojik yaklaşımda bulunduğunu okumadım. Bu konunun bireysel değil de, toplumsal insan bilimlerinin bilgi alanı içinde kalması eğlenceli.

Delilerin iyileştirilmesi yaklaşımı, hem bir ayral, hem de bir marjinal olarak beni çok sinirlendiriyor ve deli olduğunu kabul eden nadir delilerden biriyim. Bunun koşutunda, tüm toplumsal değişimleri marjinallerin yarattığı gerçeğinin de kayıtlı olması başka bir ironi. Yani, hem ineği kesiyorlar, hem sütünü sağıyorlar.

Geleneksel ‘id-ego-süperego’ veya ‘iç-orta-dış beyin’ yaklaşımlarını çok epistemolojik faşistçe bulduğumu hep belirttim, bir kez daha belirtmiş olayım. Aynı biçimde kadın-erkek ve sağ-sol beyin düaliteleri de beni sinirlendiriyor.

Felsefenin doğru formatta soru sorma biçiminin doğru yanıttan fazlasını getirdiği saptaması, psikoloji için fazlasıyla geçerli. 100 küsur yıldır zihin için doğru sorular henüz sorulmamış durumda. Adını andığım yukarıdaki paradigmalar da yanlış, soru sorma biçimleri de.

Trans-, post- ve meta-hüman’ın psikolojiye fiilen girip, fikren dışarıda bırakılması bir ikilem. Tedavilerde insan-değil kavramı (en azından öteki olarak) kullanılıyor ama psikoloji sözlüklerinde bu yok. Onun yerine hala her 2 anlamıyla da identifikasyon var.

Bunları süpürüp atınca, geriye neler kalıyor?

Öncelikle, birleşik bir zihinbilimin münkünlüğü. Klasik psikoloji disiplini ile bunu yaratmak imkansız. Ancak, psikoterapi ile psiko-analizin farklı ve kimi durumda karşıt şeyler olduğuna aymaları da iyiye işaret (bakınız ‘Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2011, Türkçe basım’).

Sonralıkla zihinbilimin bilim kılınması yolunun yürünmesi. Tarih bile tam bilim yapıldıktan sonra, zihinbilimin bilim yapılmasının ondan da sonraya kalması üzücü.

Burada korteks ile zihinin eşlenmesi ikilemi şimdilik ayrı bir disiplin olarak ele alınmak zorunda. Mantıksal açıdan bu 2 kategorinin realizasyon momentlerindeki farklılığın epistemolojik çelişkiler yaratabilecek düzeyde olması. Diğer bir deyişle eksik bilgilerin tammış gibi ele alınması, yanlış haritalamalar yaratıyor ki bu dünya coğrafyası haritalama tarihinde de gözlenen bir durum zaten.

Görüldüğü gibi, değişik disiplinlerden alınan düşünce ve akıl yürütme modelleri hala gerekli durumda.

Son olarak, monizm-düalizm düalizminin tutarsız değil, geçersiz olduğunu düşünüyorum ve bu konuda en az 3 makale yazmam gerekli. Bir: monizm. İki: dülazim. Üç: Her ikisinin monizminin ve düalizminin kompleks poliyalektiği.

Es ve nokta.

(18 Nisan 2012)

Normaloji ve Patoloji

Tıp, zihinbilim ve psikoloji de dahil, hemen tamama yakın durumlarda hastalıklı durumlarla uğraşır, çünkü birinci amacı sağlıklı-normal insandır.

Ancak bu yaklaşım, sağlıklı sayılan zihinlerin ve bedenlerin gerçekte nasıl çalıştığına ilişkin bilgi vermez. Hastalık üzerinden negasyonla pozisyon hakkında belki bilgi edinilebilir ama zihin çift negasyonun bir pozisyon sıkça etmediği durumlar içerir.

O nedenle de, psikoanaliz ve psikoterapi makası açılmıştır ve bundan ruhbilimciler de rahatsızdır.

Bizi burada ilgilendiren durum, marjinallerin her durumda cezalandırılması ve normalliğin aşırı değişen kategorilerli göreliğidir.

Örnek verirsek:

Kendi içinde sağlıklı 2 benlik, birbirine göre hastalıklı sayılabiliyor. Bu şuna benziyor: Görme veya işitme engelliler, normal insanlar gibi normal yaşayabiliyor ve bu durumda engellerinin iyişleştirilebilmesi sorgulanabilir oluyor ve bu da 40’ında görme yetisini kazanıp, yaşamı berbat olan bir insan öyküsü yaratabiliyor (Oliver Sacks, Mars’ta Bir Antropolog).

Ancak; bunu post-modernist epistemolojik muğlaklığa da itelemiyoruz. ‘Ne olsa gider’ de demiyoruz. Onun yerine, farklılıkların mümkün olduğunca birbirinden uzakta, yaşam alanlarını paylaşmış olarak yaşamasını savunuyoruz. Şerh: Bunu yaparken, savaşı ve şiddeti sevdiğimizi de unutmuyoruz ki buradaki ilkemiz yalnızca insanların daha az nefret edilir olmasıdır.

Sosyolojide bu çelişki en çok, göçer barbarlarla yerleşik uygarlar arasındaki çatışmalarda görülmüştür. Tarih aslında bunların tarihinden ibaret durumdadır neredeyse. Ne zamanki barbarlar uygarları fazla yense, büyükkentler ve dolayısıyla da bilim, sanat, düşün ortadan kalkmakta; ne zaman uygarlar barbarları fazla asimile etse, bu kez de toplum statikleşmekte ve atalet genelenekleşmekte, daha doğrusu zaten var olan gelenek ataleti ağırlık kazanmakta.

Bu konuda kişisel olarak barbarların tarafında yer alsak da, simgesel anlamda yazısız insanın bir hiç bile olmadığını da biliyoruz.

Epistemolojik çıkarsamaya gelirsek:

Bu durumda, normaloji ve patolojinin mücadeleyi abartmadan, kompleks poliyalektiği kullanmalarında yarar var diye düşünüyoruz.

Dipnot: Normalojinin limit bilgilere erişmesi durumunda bile, zihnin tüm olanaklarını bilemediğimizi tarihten biliyoruz. Çünkü zihinsel ve kültürel evrim, insanların büyük açmazlarla karşılaşmasıyla oluştu ve bu koşullarda kimi zaman insan türü yok olma momentine geldi. Şu anda da, hem çöküş, hem de evrim yolu çatallanması yaşanan bir momentteyiz. Bu durumda marjinal patolojik epistemolojisi daha işlevsel görünüyor, en azından tümevarımsal olarak.

(19 Nisan 2012)

Şizofreni İçin

Alıntı:

Şizofren birey için kimi zaman; ‘çizgiyi aşan’, ‘sınırın ötesine geçen’, ‘normali / ortalama olanı tutturamayan’, ‘normaliteyi dışlayan, normları reddeden’, ‘ortalamanın üzerinde seyreden’, ‘ortalamanın dışında bir yerlerde duran’, … gibi düşünüldüğü olur. Dernek başkanı; ‘aralarından bazısı öyle naiftir ki, karıncaya basmaya bile kıyamadıklarına tanık olursunuz’ diye söz ederek, durumlarını tarif etmeye çalışırken, bir bakıma olgunun pozitif gibi görünen bu yönüyle kendilerini özdeşleştirme çabasına giren, şizofren durumunun yakınından bile geçmedikleri halde, kendilerini şizofrenmiş gibi takdim etme uğraşında olan, böyle bir algıya yol açabilmek için türlü yollara başvuran kimselerin eğilimlerinin nedenine de açıklık getirmektedir.

İşin özü çok basittir aslında. Şizofren(miş) izlenimi ile ortaya her ne konsa (davranış, söylem, …), aşkın kabul edilecek, olağanüstü sayılacak, hayranlık uyandıracak, ilgi toplayacak, … gibi kaba bir ‘yanılsama’ sözkonusudur. Bu tutumdaki insanların durumunu şizofren olgusuyla açıklamak doğru olmamakla birlikte, başka bir takım psişik olgularla açıklamak mümkündür sanıyoruz. Bununla birlikte, her türlü aykırı tutumu itibar elde etme, popüler olma aracı olarak gören ve benimseyen kimselerin, moda niteliğinde bir takım rüzgarlara herkesten önce teslim olmalarının da aleni göstergesidir.

‘Normal olmayan’, ‘normalleşmeyi reddeden’, ‘evcilleşmeyi reddeden’, ‘ortalamanın dışında duran’, ‘bilinenin ötesindeki’, ‘sıradışı’, ‘sivri’, ‘yeni’, ‘şaşırtan’, ‘yaratıcı’, …vb, düşün - sanat insanına has betimsel cümlelerle asla açıklanamaz, bu tutumun kötü oyuncularının durumu. Dağarcığında kayda değer hiçbir şey bulunmayan ama öğrenmek gibi zahmetli bir yola girmeyi de göze alamaya, ‘vasat’, hatta ‘vasatın da altında’ altyapıya sahip sıradan insanlardır burada sadece sözü edilen. Bu gibi kimseleri, gerçekte şizofren problemi yaşayan insanlarla asla karıştırmamak gerekir.

http://www.fotoritim.com/yazi/asder-baskani-cosar-sarer-ile-roportaj

(Bu düşünceler sanırım, söyleşiyi gerçekleştiren Ebru Tekerek Ertuğ ve Tekin Ertuğ’a ait.)

Yorum:

Kaş yapılırken göz çıkarılmış.

Konuya doğrudan gireyim:

Ben şizofrenim. Bunun temel nedeni, 1,5 yaşında bilinçsiz dönemde atlattığım ölüm tehlikesi. Şizofrenim, katatoni ve melankoli eğilimli. Ev duygum asla olmadı. Anne baba sevgim asla olmadı. Kişilik özdeşleşmesini hiç yaşamadım.

Demek ki neymiş?

Şizofreni hakkında şizofrenler konuşmalıymış ve deli deli olduğunu bilebilirmiş.

Şizofreni talihsiz bir tanım. Tıpkı, ‘border line’, double binded’, ‘multiple binded’ tanımları gibi, giderek dallanıp budaklanmış ve çıkmaz yollara girmiş. Başlangıçtaki ‘erken bunama’ tanımı, yerini ‘kişilik yarılması’na bırakmış.

Ancak sorun şurada: Zihinsel şizofreni gibi, kültürel ve toplumsal ve şizofreni de var. 3 darbe ve 3 liberalizm travmasını geçiren ve bunu sürekli inkar eden Cumhuriyet toplumu, topluca şizofren oldu çıktı.

Gelelim, söyleşiyi yapanların irdelemelerine:

Öncelikle, iğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır.

Bu 3 paragraflık söylem, tümüyle yanlış söylem alanına giriyor. Sanatçılar şizofren olabilir. Şizofrenler naif, ayral ve toplumdışı olabilir. İmaj pazarlayanların varlığı, aynı görüngüyü paylaşanları aşağılamaz. İkisini ayırt etmek kişiye kalmış.

Aciz olan şizofrenler değil, tüm toplum; asıl bu 3 paragrafı yazanlar aciz, düşünce acizi.

Gelelim şizofrenlere:

Şizofreninin tanımının değişmiş olması, değişiyor ve değişecek olması da demek.

Örneğin; proto-feodal, feodal ve sanayisel kültürel modlardan bilgi toplumu moduna geçerken ayağı sürçenlerin durumu bir şizofrenidir, bir tür ‘kültürel kimlik yarılması’dır, sante kimliklere sığınılmasının nedeni budur, bunun bir mankenin habire imaj değiştirmesinden farkı yoktur, insanlar da internette habire ‘nickname’ ve profil değiştirirler.

Kişi toplumdan ve/ya gerçeklikten neden kopar? Enerjisi / libidosu yetmeyebilir de ondan. Burada, ya toplumsal değişim hızının yüksekliği, ya da genel libido frijiditesi geçerlidir ki biz şu anda her ikisini de birarada yaşıyoruz.

Çok fazla örtük suçumuz var, kronik kriminal bir toplum olduk, bazıları bu durumdan yaralandığını ayırsamadan aşırı yaralanıyor ve ‘normal bir yaşam’ı yürütemiyor ki bu da bir şizofreni durumudur. Örneğin, 1971 ve 1980 darbelerinden dolayı işkence gören 1 milyon kişinin ancak % 1-2’si psişik destek almıştır ya da alabilmiştir, gerisi durumunu hala inkar ediyor. Daha dayak yiyen zevceler var, ensest mağdurları var, kan davaları var.

Son soru şu: Şizofreni iyileştirilebilir mi?

Yanlış soru. Doğru soru şu:

Şizofreni iyileştirilmeli mi?

Farklılık, marjinallik, sanatçılık, kuramsal düşünce düşmanlığı, bu denli ölümcül düzeydeyken, iyileşen şizofren dış dünyada zaten öldürülmeyecek mi?

(14 Temmuz 2009)

Soyut Zeka

İnsanların tamamına yakını zihinlerini somut durumlarda kullanırlar. Soyutluğun varlığını tasarlayamazlar bile.

Örnekleyelim:

Gelecek: İnsanlar için geçmiş ve şimdi somut birer varlıktır ama gelecek soyut bir varlıktır. Onun da tıpkı geçmiş ve şimdi gibi, hatta kimi onlardan bile daha açıkseçik ve somut olabileceğini kavrayamazlar.

Eksi varlık: Eksi sayılar M:Ö. 200 civarında Çin’de tasarlandı. Onun dışındaki uygarlıklar, örneğin Klasik Yunan eksi sayıları tanımadı. Varlığı 1 ve yokluğu / hiçliği 0 olarak algılamakta güçlük çekmeyen insanlar, -1’i algılamakta güçlük çekmedikleri halde, eksi varlığı kavrayamazlar ve tıpkı eksi sayılardan habersiz insanlar gib davranırlar.

Poliyalektik: Diyalektiği şöyle ya da böyle üniversite mezunu herkes duymuştur ama poliyalektiği 2.500 yıldır değil hiçbir insan, hiçbir felsefeci tanımlayamadı. Tanımlandığında da, onu kavramakta güçlük, hatta imkansızlık içinde kalıyorlar. Böyle olunca, poliyalektiğin devamı olan iyalektiği ve kompleks poliyalektiği kavramaları hepten imkansız oluyor. Oysa bu tanımlar olmadan, 0 icat edilmeden önceki matematiğin durumu gibi oluruz: Temel 4 aritmetik işlemini bile işlek olarak yapamayız.

Soyut zeka şimdilik; sözdilinin ileri aşamaları (felsefe metinleri tasarlama), matematik ve mantık alanlarında tezahür ediyor. Soyut zeka olmadan matematiğe gerekli yeni 2 kritik eşik ötesi dal tanımlayamayacağız ve bu belki 500 yıl alacak, çünkü uygarlıklar / tarih inişe geçti, dolayısıyla bilim de.

(28 Mayıs 2011)

Tokofobi

“Tokofobi, doğum yapma korkusu. Ve aynen diğer fobiler gibi hayatı kabusa çevirebiliyor. Ne var ki klostrofobi ya da kapalı yerde kalma korkusunun sadece kişiye zararı oluyor. Oysa tokofobi, artık Batı ülkelerinde nüfus artışını tehdit ediyor.”

http://www.hurriyet.com.tr/dunya/8755495.asp?gid=229&sz=95887

İşte sosyal psikolojinin antrpomorfik faşizminin en açıkseçik önyargılarından biri: Kadınlar doğum yapmak içindir. (Bugün Almanya’da 5 çocuk yapan kadına, çocuk başına 3’er yıldan, 15 yıl bakıp, üstüne bir de bedavadan emekli ediyorlar: Hitler bile bu kadarını tahayyül edemedi.)

Olayın ve olgunun öncülleri var:

ABD’de tek başına yaşayanların oranı % 75’i buldu.

Letonya’da boşanma oranı % 75’i buldu.

Yani, Batılı bir kadın hamile kaldığında, üniversite bitirene dek o çocuğa, 23 yıl tek başına bakacak ve para ödemesi yapacak, demektir.

Ne için?

İş yaşamı sekteye uğrayacak.

Toplumsal yaşamı, bebek nedeniyle, yıllarca sıfırlanacak.

Kendine sıfır zaman ayıracak.

Tatil bile yapamayacak.

İhtiyarlığında, ona çocuğu değil, huzurevi bakacak.

Batı’da bir çocuğun yıllık gideri, harcanabilir ortalama kişi başına GSMH olan 20.000 avronun üzerinde, 30.000 küsur avroyu bulabiliyor. Bir kadın, 23x30= 700.000 avroyu kenara koysa, sağlık ve emeklilik sigortası da olsa, gelse Türkiye’de Güney’de 20 yıl, içkisini içip, jigolosunu tutup, o paraları çatır çatır yiyip, mirasçısız ve mirassız olarak ölse, hangisi yeğ?

Buna ‘fobi’ değil, ‘rasyonelizm’ denir, ‘hesap kitap bilme’ denir.

O nedenle, tokofobi değil, atokofili...

Dipnot: Tarihsel olarak, Avrupa Kavimler göçünü geçmişte neredeyse 3.000 yıl boyunca Asya’dan / doğudan Avrupa’ya / batıya doğru yaşadı. Şimdi bu durum, Güney’den Kuzey’e doğru. Her ikisinde de sarıkafalıların arasına karakafalılar karışıyor. Şu andaki siyah saçlı Avrupalılar’ın % 80’i asya kökenli. 2500’de bu % 50’si Afrikalı biçiminde olacak.

(4 Mayıs 2008)

Nötroseksüalite

Nötroseksüalite nedir?

Adı üzerinde, ‘cinselliğe karşı nötr olmak’ demektir.

Açılımına bakalım:

Frijidlikten ve aseksüaliteden farklıdır. Frijidlik (erkeklerde de olur) cinselliğe karşı soğukluk, korku, tiksinti, vb olumsuz duygular taşımak demektir. Aseksüalite ise, biraz ergenlik öncesi, biraz yaşlılık sonları, biraz delilik gibi konsantrasyon dağınıklığı içeren durumlarda yaşanır. Nötroseksüalite ise, bir kişinin cinselliği yaşarken, ona karşı nötrleşmesini anlatan bir durumdur. Kişi partnerliğini sürdürebilir, sürdürmeyebilir de; partnerlik homoseksüel olabilir, heteroseksüel de olabilir; poligami olabilir, mono- veya bigami de olabilir.

İnsanlar neden böyle olurlar?

Bunun için birçok neden olabilir:

Cinselliğe doyabilirler, çok eş değiştirenler bunu yaşayabilir.

Entellektüellik, özellikle de eser verme öncesi dönemde, libido yoğunlaştırmasını başka alanlarda güçlüce kullanma çabası, bunu sonuçsayabilir.

Tamamen egzistansiyalist bir seçim olabilir ki negatif egzistansiyalizm (bakınız konuyla ilgili başlık) ve metahümanizm (post ve trans dahil) bunu yaratabilir.

İnsanın libidosu istop eder, yani libido ve cinsellik dışındaki enerji harcayıcı ve yorucu alanlar, ağır hastalık, yoğun iş temposu, ekstrem sporlar bunu yaratıyor. Ayrıca pekala, bilmediğimiz bir nedeni de olabilir.

Nötroseksüalite gelecekte cinselliğin içinde önemli bir yer tutacaktır. Buna en güzel örnek, ‘Triton’ romanında (Metis Yayınları) verilir.

Nötroseksüalitenin yeni ve farklı yanı nedir?

Öncelikle bu bir haktır. Yani partnerinize karşı bir hakem molası alabilirsiniz. Boşanma veya sizi kovma hakkı yoktur, belki izin için bir vade konabilir.

Sonrasında, bu yeni bir şey olduğu için, habersizce gelir. Bir bakarsınız, cinselliğin sizin için 19 Mayıs hareketlerinden farkı kalmamıştır. Vurguluyorum: Orgazm bile olabilirsiniz ama artık konu rutindir.

Devamında, her tür acaiplik gibi, marjinallerin ve ayralların başına gelir. Toplum sanki yeterince gırtlağınızı sıkmıyormuş gibi, sizin yarattığınız gibi düşünülen yeni bir dert ayağınıza tökez olur.

Sonuç:

Nötrseksüalite, geleceğin temel insan hakları arasında yer almaktadır. Bu metin zaten bunun için yazıldı.

(20 Eylül 2006)


Empati, Hiperpati, Psedopati, Sinepati, Apati, Metapati, Transpati, Polipati, İnterpati, Psikopati

İnsanlar genelde apatiktir ama yalan söylerler, kendilerine de, başkalarına da.

Empati, başkaların duygularını değil, düşüncelerini, hadi hadi ikisini birlikte algılama, onunla özdeşleşme durumudur. Bunun yukarıda sayılan çeşitleri de olabilir ve bunlar çoğunluk empatiden daha işlevseldir.

Empati için sevgi veya anti-antipati gerekmez, bilgi gerekir. Biraz da Acı çekmiş olmak gerekir.

Eco’nun deyimiyle. “Herkesi anlayan birini, kimse anlamaz.”Aslında anlamak istemez ve anlamaya çabalamaz. Yani, sen polipatiksen, tepki olarak karşılığında, poli-apati ve poli-antipati alırsın.

İnsanlar, empati yerine psedopati gösterirler çoğunluk. Yani, ‘seni anlıyorum, canım’ diyen biri, seni değil anlamak, aslında dinlememiştir bile.

Empati yerine, sinepati daha uygun bir terim.

Sinepati kendiliğinden tanım olarak polipatiktir, çünkü insanın çoğul duyu-dilleri, duyguları ve düşünceleri vardır.

Transpati ve interpati, başlangıç olarak bir alandaki sinepatiyi, diğer alanlara aktarmak ve dönüştürmek için uygundur.

Metapati, trans-, post-, meta-hümanizmi anlamak için gereklidir.

Psikopati, etimolojik olarak, çift anlamlılıktan gelen bir yanlış tanımlama içerir: Hem bir hastalık olarak tanımlıdır, hem de etimolojik olarak empati ile eşanlamlı tanımlıdır.

(Nisan 2009)

İnsanların Cinsel Seçimleri

Tutum-Doz: Eksi-artı sonsuz (veya hiç-çok) arası:

Nega-seksüel
Frijid
Aseksüel
Nötro-seksüel
Seksüel
Nemfoman

Partner tercihleri:

1.1. Mono-seksüel
1.2. Biseksüel
1.3. Poli-seksüel: Orjici 1 + Orjici 2

2.1. Hetero-seksüel
2.2. Homo-seksüel
2.3. Trans-seksüel

3.1. Fahişeyle
3.2. Mastürbatör
3.3. Diğerleri


Arzu nesneleri:

Hümanofil
Pedofil
Yaşıt-fil
Gerofil
Zoofil
Memeli
Kuş
Sürüngen
Amfibyum
Balık
Omurgasız
Botanofil
Fetişofil
Yazılımofil

Kültür:

Zenofil
Turkofil

Irk tercihi:

Beyaz
Siyah
Sarı
Kahverengi

Uygulama:

Platonik-seksüel: Fantazi
Akto-seksüel

Zaman:

Her gün birden çok
:
Yılda bir

Yaşam evreleri:

Ergen
Yetişkin
Orta yaş
Yaşlı

Sonuç:

6 x 9 x 5 x 4 x 2 x 2 x 4 = 17.280

Dünya’nın 7 milyar kişilik nüfusunda bunların hepsinden örnekler var. Yalnızca fetişizmin 100’ün üzerinde çeşidi olduğunu düşünmek yeter. Ayrıca, burada konu edilmeyen kadın ve erkek sünneti de, aslında cinsellikle ilgili bir ayrıntı.

Bu listeyi şunun için yaptım: Onbinlerce çeşidin hepsini denemek mümkün değil. 24 saat boyunca uyumadan, epeyi yardımcı kullanarak, 250 erkekle çiftleşen Uzakdoğu Asyalı porno film oyuncusu kadın gibi, abartılı örnekler olsa da, bir fıkradaki gibi, bunun yivlisi filan yok. 500. birleşmeden sonra, insanların artık tekdüzeliğe düştükleri de bir gerçek.

Türkiye gibi tabuların bol olduğu bir yerde, cinsel baskının insanlardaki ‘doyumsuz hümanite realitesi’ni yaratması olağan. Onlara söyleyeceğim şu: Ne kadar debelenseler de, yeni ve farklı bir şey yaşayamayacaklar. Kendi hesabıma, çizelgedeki birkaç yüz çeşitte yaşayan insanların ‘papaza günah çıkartması’ olarak deneyimlerini dinledim. Hepsi de, orta yaşta evlenip çoluk çocuğa karışıp, fantazyalar aleminden kaçtılar, diyebilirim.

Onlara ve diğrlerine söylenecek en güzel söz şu: Seks, belden aşağıyla değil, beyinle yaşanan bir şeydir.

(4 Ekim 2007 + 23 Mayıs 2011)

Libidonun Dümura Uğraması

Bir arkadaşım vardı. Çevresindeki insanlara inanılmaz zararlar verirdi ama bunun bilincine hiç varamazdı. Bu arkadaş, 25 yıl kadar önce bir dişçiye gitmiş. Dişçinin teşhisi şu olmuş:

“Senin libidon dümura uğramış.”

Bir dişçinin bile bu teşhisi koyabilmesi için, bir o insanın durumunun greçekten açıkseçik olarak görünür durumda olması, iki dişçinin daha önce benzeri vakalarla karşılaşmış olması gerekir.

Bu anekdot, yıllardır yazılmayı bekliyordu, şimdi kısmetmiş.

Libido dümuru konusu, benim ‘Fassbinder denklemleri’ ve ‘sentimental faşizm’ dediğim alanlara giriyor.

Faşizmin bireyden ve aileden başladığını biliyoruz ama genelgeçer ve basmakalıp önesürümlerden kaçınmak gerek. O nedenle, biraz dolayımlı ve ezber bozan bir açımlama deneyeceğiz.

Türkiye 1960-2010’daki 3 askeri darbe ve 3 liberalizm dalgası, halkın / kitlenin libidosunu gerçekten dümura uğrattı. (Pavlov’un etkin koşullandırma sıralamasında, ‘çok sopa ve çok havuç’ların (sıralarına bağlı olarak da) nasıl sonuç verdiği listesi yok ama olması gerekirdi.) Ondan önce de, ondan önceki feodal kültürel momentte de halkın / kitlenin libidosu dümura uğramış durumdaydı. (Bunun temel nedeni uzun süreli evrimsizlikti.) Dolayısıyla, 3 ‘dalga tepesi fazı binişik’ bir ‘eksi libido dağılımı’ sözkonusu.

İlk olarak, böyle bir halkın yaptıklarının en az yarısından asla sorumlu tutulamayacağını ama geri kalanı için de, yargı süreçsiz idama mahkum edileceğini belirtmek gerek.

Gelelim asıl sorumuza:

Libido ne işe yarar?

Standart biyografiyi sürdürmeye veya onun dışına çıkmaya yarar. Libidosuzluk ise, standart biyografiye yabancılaşmaya değil, ona karşı ayırtsızlaşmaya yarar (arkadaşın durumu öyleydi) ki Brecht’in epik yaklaşımında bilincine varamadığı buydu ve zaten kendisinin bunu yapacak tarihsel bilinci yoktu.

Ayrırtsız libidoların durumları ise, başka bir metnin konusu olacak. Ayrıca, ‘Burjuvazinin Ölümcül Ayırtsızlığı’ metninde, konunun başlangıç açılımı yazılmış durumda.

(14-15 Eylül 2011)


Toplama Kampı Psikolojisi

Türkiye öyle bir duruma geldi ki artık sağ kalabilmek için, toplama kampı psikolojisi bile yeterli olmayacak:

Toplama kampı psikolojisine göre, ilk 7 öncelik sırasının 6’sı kişinin kendisine aittir. (Nedense) 4.’sü başka birine ayrılabilir.

Türkiye’de 7’sini de kendine ayırman gerekli.

Peki, bu sağ kalmaya yeterli mi?

Belki.

1929’u bilirim, 1939-1945’i bilirim, 2 atom bombasını bilirim, 3 darbeyi bilirim, 3 liberalizmi bilirim. Bu gelen şok dalgası, bu bildiklerimin hiçbirine benzemiyor.

Neye güveniyorum, biliyor musunuz?

Ben ölmeyi bilmem. Eğer varsa, sağ kalabilme şansımı buna bağlıyorum.

Dipnot: Toplama kamplarında ölmeyi istemeye, ‘Müslümanlaşmak’ denirmiş. (Bakınız Serol Teber, ‘Toplama Kampı Psikolojisi’) Yani, bu konuda da ateistim.

(30 Kasım 2011)

Üniseks ve Enterseks

Cinsiyet dediğin, acaip bir mevzu. Özellikle de Türkler için:

Yedikçe acıkan obezler veya ‘karnı tok, gözü aç’ küçük burjuvalar gibiler bu konuda.

O nedenle, bu ülkede ve bu dilde bu konu zor anlatılacak durumda ya, deneyelim bakalım.

1960 doğumluyum. Ergenliğime ve etkin cinsel yaşama 20’li yaşlarımda girdim. Zihinsel oarak da 45 yaş civarında çıktım.

Genellikle bir konu benim için zihinsel olarak önem kazanınca, o konu ile ilgili kültürel malzeme muhakkak karşıma çıkar.

Bu kez de öyle oldu. İnternet üzerinden Türk aseksüellerle tanıştım. Ancak, yukarıda saydığım Türklük acaipliklerine, bizim aseksüeller de bir katkıda bulunuyorlardı: Kadınlar, seks yapmak istemiyorlardı ve çocuk sahibi olmak istiyorlardı.

Sonuçta bu konudaki düşüncelerim nedeniyle, en kısa zamanda konuyla ilgili siteden kovuldum.

Üniseks desen, transvestiliğin başka bir versiyonu.

Şimdi de bu enterseks konusu gündeme geldi:

“Bir erkek çocuk gibi büyütüldüğünü söyleyen Adeleh, çocukluk yıllarında kendisini kız gibi hissettiğini söyledi.

Ergenlik yıllarında bir kliniğe giden Adeleh'e, ameliyat geçirmeden kadın olarak yaşaması tavsiye edilmiş. Ancak Adeleh'in cinsel kimliğini arayışı burada son bulmamış.

20'li yıllarında tekrar erkek olarak yaşamaya başlamış ve Adam adını almış. Geçirdiği tüm bu değişimlere rağmen yanlış cinsiyette olduğunu düşünen Adeleh, Tayland'a giderek bir dizi estetik ameliyat geçirmiş.

Cinsel kimliğini bulması ise Tayland'dan İngiltere'ye döndüğünde, 28 yaşında gerçekleşmiş.

Yaşamının 40 yılını erkek olarak geçiren Caroline Kinseywho ile tanıştığında, kendisinin de onun gibi bir 'intersex' yani çift cinsiyetli olduğunu anlamış. Kendisine, hem psikolojik, hem de fiziksel olarak iki cinsin de özelliklerini taşıdığı anlatılan Adeleh de, ender görünen bu cinsel kimliği ile yaşamaya karar vermiş.”

Öncelikle tanım sorunu:

Çift cinsiyetlilere ‘hermafrodit’ denir, ‘intersex’ (ara-cins) değil. Hermafrodit, Eski Yunan mitolojisinde Hermes ve Afrodit’in birleşmesinden doğmuştur. Hermafroditlik genetik bir sonuçtur.

Zihinsel olarak, kendini çift cinsiyetli hissetmenin, aktif biçimi biseksüalite olarak zaten var.

Ancak Jung’cu anlamda, kadındaki erkek animus’tur, erkekteki kadın anima’dır. Bu, Latince’deki cinsiyet eklerinin yer değiştirilmesiyle yaratılmıştır.

http://en.wikipedia.org/wiki/Anima_and_animus

Geleneksel eşcinsellikte de aktiflik ve pasilfik var, hem kadın eşcinselliğinde, hem erkek cinselliğinde. Her ikisini de olanlar da var, yalnızca birini olanlar da var.

Vakamız ise biraz edebi olmuş. Kosinski de konuya aynı biçimde yaklaşır ve bir romanında bir erkek cinselliğnde doyumu yalnızca erkekten dönme bir kadınla yaşar, çünkü bir erkeği yalnızca bir erkek anlayabilecektir ona göre...

Dönelim kendime:

Yaşamıma bedensel olarak 20 kadın girdi. Zihinsel-dost olarak da 20 yaş kadın daha girdi. Sevgililer dostları daima gömmeye çabaladı.

14 yaşımdan 51 yaşıma zihnen ve bedenen dengemi yitirmeye çabaladıkça, dengem daha çok yitirdim. Artık denge aramıyorum.

Polarize olan cinsellikte bir denge çok zor. Her 2 kişi de yaşam ve zaman içinde sürekli değişiyor. Günümüz hızlı koşullarında yıllara bağlı uzunlukta bir süre boyunca çift kalabilmek imkansız.

Gerçek durum da bu:

G-7 ülkelerinde insanların % 25’i yalnızca yaşıyor. Evliliklerin % 50’den çoğu boşanmayla sonuçlanıyor.

Kendim veya bir başkası çin düşünüyorum da:

Ne üniseks, ne de enterseks yaşamak cinselliğe bir çözüm değil, çünkü bu denklemin rasyonel kökü yok. (Sanal kökü olabilir ama bu sanallık siberuzay sanallığı değil de, beyindaşlık gibi bir şey: 2 Curie’ye nasip olduğu rivayet edilir.)

Oğuz Atay’ın dediğini yaptık: Genel panoramayı çizdik, o resmin içine kendimizi de kondurduk: Onun, Bilgi ileyken bilgisiz, Sevgi ileyken sevgisiz kalması ironisi gibi.

Eşcinsel evliliğine izin verilmeden önce de, eşcinsellerin boşanacağını biliyordum. Hem boşanacaksan, hem de çocuk yapaksan, onyıllarca düzlerden / heterolardan farklı olduğunu önesürmenin mantığı kalmaz.

Adel’in de, yeni elma şekerini yalayıp bitirip, şekerin onlarca katı olan sapını bir tarafına yiyince, göstereceği tepkisini meraklı bekliyoruz.

(4 Mart 2012)


TÜRKÇE’DE DUYGU SÖZCÜKLERİ


abandone
aceleci
acılı
acımasız
aciz

açmazda
ağırbaşlı
ağlamaklı
ağrılı
aldırışsız
alımlı
alıngan
alışkın
anaç
anlayışlı
antipatik
antistreste
apışık
aptalca
arınmış
arzulu
askıntı
aşağılayıcı
aşık
atak
aymaz
aymış
ayrıksı
azgın
babacan
babaç
barışık
bastırık
bedbaht
bedbin
bencil
bezgin
bıkkın
bitkin
boğucu
bulanık
bulutsu
bunakça
bunalık
buruk
buyurgan
büyülenmiş
canayakın
canıtez
cazip
cefakar
celallenmiş
cesur
ciddi
coşkulu
çapkın
çaresiz
çarpıcı
çekici
çekimser
çekingen
çekkin
çelişik
çevik
çılgın
çilekeş
çocuksu
çökkün
dalayıcı
dalgacı
dalgın
dalıcı
dargın
darmadağın
değişken
dehşette
deli
dengeli
dengesiz
dermansız
depresif
dertli
dışadönük
dikbaşlı
dikkatli
dinç
dingin
diri
dişil
donuk
dostça
doygun
doymaz
doyurucu
durağan
durgun
duru
duyarlı
duyarsız
düşmanca
eblehçe
efkarlı
ehli
eğlenceli
emin
empatik
endişeli
erkeksi
ermiş
esefli
esenli
esnek
esrik
etkin
evcil
ezik
eziyetli
ferah
fevri
-filik (x 15)
fingirdek
-fobik (x 15)
flörtçü
frijit
fütursuz
gıptalı
gururlu
gaddarca
gamlı
gamsız
garezli
gazaplı
gerçekçi
gerçekdışı
gergin
geveze
gevişte
gevşek
gıcık
gıptalı
girgin
gizemli
gizil
göçkün
görkemli
gözükara
gururlu
güleç
güleryüzlü
gülünç
güvenceli
güvenli
güvensiz
hafakanlı
haince
halsiz
hantal
hareketli
haris
hasetçe
haşince
hazlı
heyecanlı
hezeyanlı
hımbıl
hırçın
hırpalanmış
hırslı
hicranlı
hiddetli
hileci
hiperaktif
hisli
hoppa
hoşgörülü
hoş
hoşnut
hoşnutsuz
huşulu
huzurlu
huzursuz
huysuz
ılımlı
ısırgan
ısırıcı
ısrarlı
içedönük
içekapanık
içli
içten
iffetli
ihtiraslı
iğrenç
iğrendirici
ikilemde
ikircikli
ikiyüzlüce
iktidarda
ilençli
ilgili
ilgisiz
imrenmiş
inatçı
insafsız
istençli
isterce
isterik
isyankar
işveli
itici
ivecen
iyimser
kaçıcı
kaçık
kandırıcı
kanmaz
karamsar
kararlı
kararsız
kasvetli
kataleptik
katatonik
katı
katlanılır
katlanılmaz
kaygılı
kaygısız
kaypak
kekremsi
kesin
keşfedici
ketlenmiş
ketum
keyifli
keyifsiz
kıllanan
kınayıcı
kırgın
kırıcı
kırılgan
kırıtık
kıskanç
kıvırtık
kıyıcı
kızgın
kibar
kibirli
kindar
klostrofobik
konfüzyonda
konsantre
korkak
korkunç
köpeksi
kösnül
kötümser
kurumlu
kuşkulu
küskün
küstah
lakayt
laubali
lezzetli
mahçup
mahmur
mahzun
-manik (x 15)
marazalı
masum
mayışık
mazlum
mazohist
mecalsiz
melül
memnun
meraklı
merhametli
mesafeli
mest
metin
mızmız
miskin
motivasyonsuz
motive
muğlak
munis
mutlu
mutsuz
muzip
mülayim
nahoş
namert
nankör
narsisist
nazlı
nefretli
nekahette
nemfoman
nemrut
neşeli
nirvanada
nötr
obur
olgun
otoriter
oynak
oyunbaz
öççü
ödlek
öfkeli
öğrenici
öğretici
öğücü
öğüngen
öngörülü
örselenmiş
öykünmeci
özenti
panikli
pasif
-patik (x 15)
perişan
pervasız
pısırık
pimpirikli
pişkin
pişman
post-travmalı
puslu
pusuk
rahat
rahatsız
rencide
rezil
ruhsuz
rikkatli
riyakarca
sabırlı
sabırsız
sabitfikirli
saçma
sade
sadık
sadist
saf
sağduyulu
sağlıklı
sahtekar
sakıngan
sakin
saldırgan
salıngan
samimi
sancılı
sarhoş
savaşçı
savunmada
saygılı
saygısız
seçkin
sekter
sempatik
sendelitici
sentimental
serbestçe
sert
sessiz
sevecen
sevgili
sevili
sevimli
sevinçli
sevindirik
sezgili
sığıngan
sıkıcı
sıkkın
sıkılgan
sırıtkan
sırnaşık
sızıldanık
silik
sinik
sinirli
sinsi
soğuk
soğukkanlı
sokulgan
solgun
somurtkan
somurucu
sorgulayıcı
sömürgen
suçlu
suratsız
susamış
suskun
sümsük
sünepe
süratli
süzgün
şakacı
şakrak
şamatacı
şapşal
şaşkın
şefkatli
şehvetli
şen
şevkli
şevksiz
şımarık
şıpsevdi
şiddetli
şikayetçi
şirret
şokta
şuh
şüpheci
şüphesiz
tahammüllü
tahammülsüz
tahripkar
takatsiz
takdirkar
takıntılı
talip
tapınıcı
tarafsız
tasalı
tatminsiz
tebelleş
tedbirli
tedirgin
tefekkürde
tehditkar
tekdüze
telaşe
tembel
temkinli
tepkisiz
tereddütte
tesellici
teslimde
teşhirci
teşne
tetikte
tevekkülde
tiksinç
titiz
titrek
tok
transta
travmada
tutaraklı
tutkulu
tutkun
tutuk
uçarı
uçuk
umarsız
umgun
umutlu
umutsuz
unutkan
usanç
usanmış
uslu
utangaç
utanık
utanmazca
uyarıcı
uyarılmış
uykulu
uysal
uyumcu
uyumlu
uyumsuz
uyuşuk
üretken
ürkek
üşengeç
üzgün
üzüntülü
vahşi
vakur
vazgeçmiş
vecdde
vefakar
vesveseli
vurdumduymaz
vurgun
yabancılaşmış
yabani
yadırgamış
yadırganmış
yalpada
yalpalayacak
yanılsamada
yanılsatıcı
yaralayıcı
yaralı
yasta
yatışık
yavaş
yeiste
yenik
yergici
yıkıcı
yıkık
yıkıntı
yılgın
yılışık
yılmaz
yıpranmış
yıpratıcı
yıvaşkan
yitik
yoğun
yoksun
yorgun
yönelik
yöneliksiz
yürekli
yüzsüz
yumuşak
yumuşatıcı
zalim
zavallı
zevkinde
zevkli
zıpır
zikirde
zorba
zorlu


(1985-2002)

+
PSİŞİK DUYGULAR

-FİLİLER (CİNSEL SEVGİ)

Gerifili
Fetişizmler (x 10)
Nekrofili
Pedofili
Yazılımfili (Idoru)
Zenofili
Zoofili (x 5)

Tüm -fobi’lerin tersi olarak birer -fili olabilir. -fili’ler ‘cinsel zevk alma’ olarak tanımlı.

-FOBİLER (TAKINTI-KORKU)

Agorafobi
Akrofobi
Araknofobi
Kromofobi
Ksenofobi
Nekrofobi
Teknofobi
Zenofobi
Zoofobi (x 10)

http://tr.wikipedia.org/wiki/Fobi (x 100)

http://www.phobialist.com/index.html#A- (x 500)

-MANİLER

Kleptomani
Manik-depresyon
Nemfomani

Daha başka maniler de olsa gerek ama henüz tanımsız.

-PATİLER

Katatoni
Melankoli
Otizm
Psikopati
Seksopati

Aslında tüm -fili’ler, -fobi’ler, -mani’ler de birer -pati. Bunu, tanım sınırı hatalarını göstermek için belirttik.

+

SAPTAMALAR

1. Genetik veya biyolojik değil de, kültürel olarak saptanan 7 temel duygunun (sevgi, sevinç-mutluluk, korku, öfke, nefret, acı, üzüntü) yalnızca (ilk) 2’si olumludur.
2. Aynı duygunun ayrı derecelerinin adlandırılması, ayrı dillerde ayrı olabiliyor. Bugün Türkçe’de ‘yeis’ pek kullanılmıyor. Onun yerine, ‘melankolik’ yeğleniyor ama İngilizce’de ‘grief’ var.
3. Yine kültürel (veya psikolojik) olan, içedönük-dışadönük, olumlu-olumsuz, etkin-edilgin ayrımlarına girmeyebilecek epeyi duygu vardır.
4. Dilsel olarak, duyguların adlarının ve tanımlarının saptanması, genelde rasgeledir. Büyük sayılar kuramı burada işleyebilir. Orta boy bir sözlüğe sığacak, 50.000 sözcükte 500 duygu başlığı, yani % 1’lik bir oran, anlamküre için bayağı iyi bir orandır, hele Türkçe’nin adlandırmalardaki eksikliği gözönüne alınırsa...
5. Mantıksal olarak duyguların kategorik içerikleri, muğlak mantık kurallarına göre işlem görür. Buradan ‘Polilojik’in ‘bütün-parça’, ‘neden-sonuç’ ve ‘özdeşlik ilkesi’ bölümlerine gidilebilir. Yani: Bir sözcük, hem öfke, hem de üzüntü ifade edebilir. Bir sözcük, kimi öfke, kimi üzüntü ifade edebilir. Bir sözcük, kimi öfke ifade eder, kimi etmez. Bir sözcük, birazcık öfke ifade edebilir. Öfke, kimi üzüntü yaratır, kimi yaratmaz. Öfke üzüntü yaratabilir, üzüntü de öfke yaratabilir. Öfke, asla yalnızca öfke değildir. Öfke, aslında tümüyle öfke değildir.
6. Duyguların akışı veya birbirine dönüşümü çizelgesi, bir ağ gibi tasarlanabilir. ‘İsimsiz’ başlıklı, 1985 tarihli modern dans çalışmalarında, bu konuda bir örnek var. Ayrıca; orada kullanılan, 5 sütunlu akış çizelgesinin son sütunu tümüyle duygulara ilişkindir.
7. Metnin bir çıkışı, ‘duyu-dil dönüşümleri’ metninedir. Oradaki kimyasal dil tümüyle duygularla ilintilidir.

(Ocak 2001)




Ekstremofiller İçin

Adamın biri 42 (kırk iki) kilometre yukarıya balonla çıkmış, tabii gaz maskesiyle ve özel giysilerle. Ordan kendini serbest düşüşe bırakmış. Gereken zamanda paraşütünü açmış. 4 dakika 30 saniyede sağ salim aşağıya inmiş.

Böylelerine ‘uçsever’ (ekstremofil) deniyor, doğada da aşırı sıcak, asitli, tuzlu ortamlarda yaşayan canlılar var, sıfat oradan geliyor.

Bir insan bunu neden yapar?

Şimdi birileri bunu, uzaycı amatörlerin olanaklarıyla, 100 kilometreden yapmak niyetinde.

Bu insanlar manyak mı?

Hayır.

Bunun için birçok neden var:

En öncelikli neden, adrenalin bağımlılığı. Bedenleri o hormona aşırı gereksinim duyuyor, hatta bağımlı durumda. Ayrıca heyecan güzel duygudur, radara binmişsinizdir herhalde...

Bazıları yaşamdan bezmiş durumda, intihar etmektense, intihar benzeri koşulları deniyor, rus ruleti filan oynuyor (bakınız: ‘Geyik Avcısı’ filmi).

Bazıları meslek icabı bunu yapıyor. En baba dublör 250.000 dolara, 25 milyon dolarlık aktörün hammaliyesini yapıyor ve arada ölenler de oluyor tabii ki.

Bazıları sıradan yaşamı tekdüze buluyor. Bu en çok savaştan sağ dönüp, olağan yaşama uyum sağlayamayan insanlar için geçerli. Aslında, bu da bir Vietnam sendromu.

Benimkisi ise, Laz fıkrası hesabı: “Kim ittu, laa benu?”

Çok olağan bir insanken, 20 bedensel, 20 zihinsel ölüm tehlikesi atlattım, bazılarında sağ kalma şansım % 1 idi.

Bu ekstrem koşullar, bir tür ‘güneşe yaklaşan İkarus’ durumu yaratıyor, giderek daha yükselmek ve ölüme giderek daha çok yaklaşmak istiyorsun. Bendeniz, Elia Kazan’ın ‘Hesaplaşma’ filmindeki gibi, son anda kafayı eğip, sağ kalanlardanım.

Aranot: Hiç intihar etmeyi düşünmedim. Ancak, ölüm saldırısında psişik savunma kalkanımı da kullanmıyordum. Ölümle sıcak temas halindeydim. Kafka, buna ‘derisizlik’ diyor.

Sonraa: 45 yaşımda çok sert bir fren yaptım. Ortalık yanık kokusu doldu.

U dönüşü yaptım ve yaşama doğru gaza bastım. 2 yıl geçti. A,aa, o da ne? Ölüm yine karşımda.

Neden? Çünküü:

Şimdi ve burada, faşizm ve engizisyon var.

Önüm arkam sobe olmuyor maalesef. Ekstremofil-sanal ben, daha da uç bir deneye girişiyor. Zihinsel ölümleri ve kültürel ölümleri birbirinin üzerine salıyorum. İyi koreografiydi doğrusu...

Aralık 2007’de uç bir beyinin delilik, ölüm, faşizm, engizisyon, devrim danslarını izlediniz.

Daha da heyecanlı makinist parçaları az sonraaa...

Tarkan’dan yeni yıl şarkısı:

“Gelecek biziz, ölüm biziz
Sizleri de bekleriz.”

(22 Aralık 2007)

Ötenazi İçin

Ötenazinin temel bir insan hakkı olduğunu düşünenlerdenim.

İntiharın da temel bir insan hakkı olduğunu düşünenlerdenim.

İşkencenin her türlüsünü bizzat yaşamış biri olarak, yaşamanın bir işkence olabileceğini bilenlerdenim.

Ancak, kendim için özel bir durumum var:

İntihar yetim yok. İnsanlar beni o denli çok ölüme ittiler ki gayrıinsiyaki olarak yaşama dürtüm, ölme isteğimin çok üstünde (her ikisi de çok çok güçlü).

Yani, ölümcül bir hastalığım olsa da, ötenazi yaptırmam. O hastalığın getirdiği tüm acıları çekerim. Üstelik ölüm beni kapıdan kovsa, bacadan girmeye çabalarım. Çevremdeki tüm tıpçıları zorlar, kendimi kobay yapar, o hastalığa sürpriz ilaçlar yarattırmaya çabalarım.

Kendimden başka birine gelince:

Bir kişinin başka bir kişiden ötenazi uygulatma isteği olması çok özel bir durum. Çünkü bu, ilkede bir cinayet. Birçok kişi, inançları nedeniyle bu durumda ya karar veremez, ya da istediğinin tersi karar verir.

Kendimden başka biri için, tek bir kişiye ötenazi uygulatırım. Hem o konuyu daha önceden konuşup karara bağladığımız, hem de yaşamda bu konuda karar verecek denli yaklaştığım insan sayısı yalnızca 1 olduğu için. Onun da o durumda vazgeçme hakkı saklıdır. Yani, annemin veya babamın ötenazisi beni bağlamaz (ikisi de sağ ve yaşlı), diğerleriyle de ben ilgilenmem.

Görüldüğü gibi konu açımlanınca, tutum-davranış farklılıkları ortaya çıkıyor. Ben, bunları yaşamadan görebiliyorum. Bence, insanların çoğu bunları tartacak durumda değil, çünkü ölümle hiç yüzleşmemişler; çoğunluk başkalarında, aslen kendilerinde.

‘You Don’t Jack’ filmini izledim. Filmin konusu olan kişinin (Kevorkyan) biyografisini de okudum. (İkisinde öyküsel nüanslar farklıydı.)

Ötenazi konusunda o doktor denli, 200’ye yakın kişiye ötenazi yaptırma ve bundan dolayı 10 yıl hapsi yatma gibi, duyarlı değilim. Hele hele başkalarının acıları ve ölümleri, beni bu denli hiç ilgilendirmez. İlgilendirdiğini söyleyenlere de ikna olmam. Benim için Jack, Yanki inatlaşması yaşayan bir vakadır.

Bunların dışında birşeyler kaldı mı söylenmedik?

Evet.

50 yıllık yaşamımda, bu konuya 10, 20, 30, 40 ve 50 yaşında verdiğim yanıtlar birbirinden çok farklıydı, özellikle de ayrıntılarda. Dolayısıyla, önümdeki her 10 yılda bir yine düşüncem değişebilir. Düşünce değiştirme yaşımı artık çoktan geride bıraktığımı düşünsem de, yaşamım hep düşünce süprizleriyle geçtiği için, burada açık kapı bırakıyorum.

(20 Eylül 2010)

Ludoloji

Ludoloji oyunbilimdir.

Burada 2 ana akım var:

Huizinga’nın ‘Homo Ludens’i ve matematiğin oyun kuramı. İşte bu ikisi, neredeyse 100 yıldır birleştirilemediği için, hala kavram karmaşası yaşıyoruz.

Oyun insana gereklidir, yetişkinlere bile. Çünkü insan, ancak birden çok kerede, dene-yanıl ile bir şeyi kalıcı olarak öğrenir. (Burada sonul öğrenme, bir amaç değil, bir araçtır.) Dolayısıyla oyun, yaşamda ağır ödenecek bedelleri, oyunda atlatmaya yarar.

Ludolojinin gündeme girmesinin nedeni ise bilgisayar oyunları, yani yapay zekalar.

Bilgisayar oyunları, 2012 itibarıyla, tüm (bir dereceye kadar) gelişkin yapay zeka çeşitleri içinde en yaygın olanıdır. Yoksa, elektronik hesap makinalarını herkes (7 milyar) kullanıyor. Oyun kullanıcısı sayısı ise 1 milyarı geçmiş durumda. Karşılaştırmak için: İnterneti 2, cep telefonlarını ise 4 milyar kişi kullanıyor.

Elektronik hesap makinaları insanın zihinden hesap yapma yetisini geriletti. Bilgisayar oyunları da epeyi alanda insanların zihinsel yetilerini epeyi geriletti.

Ancak dilemmamız şu:

Bugünün koşullarında yetişkin bir insan zihninin (yani ‘homo sapiens’ sayılmanın) alt sınırları nelerdir?

Kaç kitap okumak, örneğin?

Benim yanıtım 10.000. Ancak insanlar maksimum 1.000 kullanıyor ve bu miktar bile, insanların %oo 1’i tarafından geçilmiş değil henüz.

Demek ki momentimiz şu:

Yaşı ne olursa olsun, ortalama 5 yıllık (aşağı yukarı az okuryazarlık) eğitim alan dünya nüfusu, kendisinden çok zeki makinaları kullanır oldu.

Çok basit bir örnek: Google Translate yeterince etkin olarak çalışıyor ve bunun imkansızlığı onyıllar boyunca önesürülmüştü, satranç programlarını insanı yenemeyeceği gibi (bu demek değil k bilgisayarlar herşeyi yapabilir). Bu durumda insanların çeviri yetileri düşecek, çünük o işten para kazanabilecek olanlar, o işi yapmayacak, çünkü Google çeviri bedava durumda (hep böyle kalmaz herhalde).

Bilgisayar oyunları pahalı ama derdimiz o değil, onu geçiyoruz.

Sorun şu: Çalışmakla yükümlü sayılmayanların tüm zamanlarını, çalışanların da tüm boş zamanlarını alır duruma geldiler. Sonuçta zihne verdikleri çok sınırlı kalıyor ve aptal kutusu televizyondan sonra, son 20 yıldır aptal kutusu oyun kutusu ortaya çıkmış oldu.

Bunun böyle olması gerekmiyor. Petrolün de devasa Yanki arabalarında bitirilmesi gerekmiyordu ama olan hep bu yönde, yani en olumsuzdan daha olumsuz sonuç. Murphy tipi.

Oysa, nasıl ki aptal kutusu klipleri ve reklamları seyretmek, pekala bir insanı daha zekili ve bilgili yapabiliyorsa, bilgisayar oyunları da insanları daha zeki ve daha bilgili yapabilir ve bunun için uğraşılmaya başlanmış.

‘-mış’ diyorum, çünkü ben hiç bilgisayar oyunu oynamam, televizyon seyretmediğim gibi. Ancak, nasıl ki ‘Lie to Me’ gibi dizileri problem çözücü buluyorsam, bazı oyunları da problem çözücü buluyorum ki bunlara ‘ciddi oyun’ derniyormuş. Aylrıca, porno film türü dahil olmak üzere, tüm popüler kültür ürünleri gibi, bilgisayar oyunlarını da izliyorum. Doğrudan oynamıyorum ama demolarını Youtube’da izliyorum. En çok satan oyunları biliyorum. Nasıl oynandıklarını da biliyorum.

Bence, bilgisayar oyunlarını kültürolojisi de oyunbilime giriyor. Oyun yapımcıları artık, hem Huizinga’dan, hem de Nash’ten haberdarlar, çünkü internet var artık ki o da bir yapay zeka ve bir siberuzay (bu ikisi farklı şeylerdir).

Demek ki bundan sonra oyunbilim ekinbilimin (kültüroloji) ve bilgibilimin (epistemoloji) bir parçası durumuna geçti demektir.

(6 Mart 2012)

Maymun = İnsan

Uzun süredir yinelediğim bir savım vardır: Herhangi 2 insanın arasındaki fark, 1 insanla 1 şempanzenin arasındaki farktan büyük olabilir. Bu durum, bazı insanların aşırı evrilip, bazılarının da gieriye evrilmesi nedeniyle oluştu. Artı, bir de tarihsel regresyon / çöküş dönemlerinden birindeyiz şu sıralar.

Bu savı destekleyen sonuçlar veren bir deneyler dizisi yapılmış:

“Yale Üniversitesi’nden iki araştırmacı, Kapuçin maymunlarına para kullanmayı öğretmeyi deneyince, çok ilginç sonuçlar elde ettiler. Maymunlar, insanlar gibi hesap yapıp para harcarken, aralarında fuhuş yapanlar da çıktı.”

http://www.ntvmsnbc.com/id/25325733/

“Chen, kapuçin maymunlarına para yerine geçen ortası delik gümüş diskler verdi. Maymunlara diskleri meyve alabilmek için kullanmalarını öğretmek 7 ay sürdü. Eğitimin ardından, maymunlara 12 disk verildi. Maymunlara ilk önce üzüm ve elma, daha sonra da jelibon sunuldu. Maymunların bütçe hesaplaması, insanlarınınkine mükemmel bir benzerlik gösterdi. Daha çok jelibon almak isteyen kapuçinler, üzümden kısmaya başladı.”

Bunlar rasyonel maymunlar. Bir de irrasyonel maymunlar var:

“Ardından maymunlara kumar oyunları öğretildi. Chen, ‘İnsanların yaptığı gibi, saçma kararlar veriyorlardı... İstatistiksel olarak kapuçinleri birçok borsa yatırımcısından ayırt etmek olanaksız’ dedi.”

Olağandışı koşullarda saçmalama davranışları da insanlara benzermiş:

“Alışveriş ve kumarın yanısıra, maymunların diskleri başka amaçlar için de kullandığı görüldü. Bir araştırmacı, iki maymunun kendilerine dağıtılan paraları seks karşılığında değiş tokuş ettiğine tanık oldu. Seks sona erdikten sonra, paraları alan maymun hemen araştırmacıların yanına gelerek kazandıklarıyla üzüm aldı.

Kapuçinler, araştırmacılara zor anlar da yaşattı. Bazıları, para dağıtımı sırasında daha fazla disk çalmaya çalıştı. Bazıları da para disklerinin konduğu sepetlere saldırdı. Bunu gören diğerleri de aynı şeyi yapınca, kısa süreli kaos ortamları yaşandı.”

Bu arada, bir ayrıntı önemli: Maymun fuhuş için aldığı parayı, daha değerli olan üzüme harcıyor, jelibona değil.

Bu arada seks için meyve vermek gibi davranışlar, bonobolorda da var, onu es geçmeyelim. İlla ki bizim magandaların yaptığı gibi, kadının kafasına odunu vurup, ırzına geçmek gerekmiyor.

Deney diğer maymun türleri üzerinde de yinelenecekmiş.

Ancak makro-panoramasal gerçeğin şu olduğu açıkça ortada:

Nasıl ki genlerimiz taa 5 milyon önceki atalarımıza benzeyebiliyorsa, davranışlarımız da öyle olabiliyor ve bu istisnasal bir durum değil.

Diğer bir deyişle:

İnsanların çoğu için evrim boşuna...

Yaşadığım Kasımpaşa’da köpekler kırmızı ışıkta duruyor, insanlar geçiyorlar ve eziliyorlar da...

(15 Mart 2012)

Soyutbilim

Soyutbilim, adı üzerinde soyutlamanın bilimidir.

Düşüncebilim özellikle yeğlenmedi, hem soyutlama düşüncenin altkümesi olan akıl yürütmenin altkümesi durumunda olduğu için, hem de soyutlamanın kendisi için gerçekten ayrı bir bilgi disiplini gerekmesinden dolayı.

Soyutbilimin bilimliğini; ne ona üzerinde çalışılacak önemde bir konu olmayı atfetmeyen bilimciler, ne de soyutlamalarla uğraşıp yaptıklarını bilim saymayan felsefeciler kabul etmeyecektir.

Soyutlama dizisi örneği verelim:
Aritmetik birinci derecede bir soyutlamadır ve sayılarla uğraşır (1 + 2 = 3).Cebir, ikinci derecede bir soyutlamadır ve denklemlerle uğraşır (a + b = c). Kalkulus, üçüncü derecede bir soyutlamadır ve denklemlerin türevleri / eğilimleriyle ve tümlevleriyle / panoramalarıyla ilgilenir.

Soyutbilim bu diziyi soyutlar ve kurar.

Bu açıdan bakınca doğal dil yoktur. Nasıl ki 1 sayısı somut bir şey değilse, elma da somut bir şey değildir. Soyutlukların somut dünyadaki karşılıkları öğrenilir ve değişebilir: E üzeri pi eşittir, eksi 1’deki 1 ile, 1 elma’daki 1 aynı 1 değildir. Sayı saymayı ve hesap yapmayı ise öğreniriz. Tabi unuturuz da: Bugün kerat cetvelini 40 yaşında 10 rasgele soruda 10 bilecek üniversite mezunu çok az çıkar örneğin.

Soyutbilim ‘tanım yanlış eşanlamlılıkları’yla da uğraşır: Bu açıdan fenomeneloji, bir felsefe dalı için uygunsuz bir adlandırmadır.

Bir dilin zenginliği, barındırdığı soyut sözcüklerle de ölçülür. Ben 1960’larda ilkokul öğrencisiyken, soyut-somut ad ayrımı yoktu, sonrasında bir zaman Türkçe’ye girmiş / sokulmuş.

Hiç üşenmedim oturdum, Türkçe’deki duygu adlarını derledim, 500’ün üzerinde sözcük çıktı. 50.000 sözcüklük bir genel sözlüğü olan bir dil için, bayağı ilginç bir durum. Ancak, daha ilginç olan durum şu ki: Hem gerçek duyguların tamamının adı yok ve dolayısıyla bazı duygular yokken adlı durumda. Hem de duygu ağaları veya zaman dizileri için çoksözcüklü bileşik adlar kurmak gerekiyor ve bu toplam-sözcük 100’lerce harf içerebiliyor.Bir de yalnızca kendime özgü olduğunu bildiğim duygular var ki bazılarının tam momentini üzerlerinde onlarca makale yazdıktan sonra bile, hala yazabilmiş değilim henüz.

Dolayısıyla soyutlamalar uzmanlık gerektiren bir alan. Bn bunu dene-yanıl ve tümevarım ile onyıllardır yapıyorum. Şimdi de, bu konuda yeni bir tanım alanı yaratarak, bu konuyu çözmek istiyorum.

Türkçe son 70 yılda icat edilmiş yapay bir dil olduğu için, soyutlamaları dile getirme konusunda avantajlı. Diğer dillerde her konuda daha önce yazılmış bir referans var ama Türkçe için böyle değil. Örneğin, gelecekbilim konusunda 2006-2012 yılları arasındaki 6 yılda 1.000 makale nesr / inşa ettim, hiç yoktan.

Soyutlamanın benim için ilk yoğunlaşacağı 2 alan ontolojinin bir bilim kılınması ve metafiziğin ontoloji üzerinden bir bilim kılınması. Bunuu için gerekli soyutlamaları ve altdili yaratacağım. Aslına bakılırsa, çoğunu daha önce yarattıklarımdan derleyip destekleyeceğim.

İlk soyutlama momentim bu. Devamı gelir nasıl olsa.

(16 Mart 2012)



Marjinallik ve Ayrallık

Ayral (deviant) toplumbilim tanımıyla, toplam nüfustaki % 98,5 oranlı varsayılan normalin dışında kalan, % 1,5 anormal demektir ama siyasetbilim gereği her tür dinsel, etnik azınlık da ayral sayılıyor.

Türkiye’deki duruma bakalım:

2010 nüfusu 72 milyon kişi (ama aslında 80’e kadar yolu var).

AİDS’li < % 1 (resmi sayılar değişiyor) Savaş engellisi < % 1 (2002, 350.000, Sakatlar Federasyonu) Evsiz < % 1 Siyasal sürgün < % 1 (2003 = 30.000, 1978’liler Vakfı) İşkence görmüş > % 1 (1971-1984 = 800.000)
Dul kadın > % 1
Asker kaçağı < % 2 (2000 = 200.000 / 12.000.000) Bekar (>40 yaş) < % 2 Psikiyatrik tedavi < % 5 (fiili) Evlilik dışı ilişki < % 5 Alamancılar < % 5 (2002 = 3/70 M) Üniversite < % 5 Boşanmış < % 5 Alkolikler > % 5 (2002 = 3,5/68,5 milyon kişi)
Uyuşturucucular > % 5 (2004 = 3/59 milyon kişi)
Eşcinseller > % 5 (2004 = % 7 ve % 11 olarak öne sürüldü)
Çocuksuzlar > % 10 (kısırlar dahil)
Özürlüler > % 10 (2003 = % 12)
Okumazyazmaz > % 10 (2003 MEB)
Nüfus kağıtsız = % 10 (2000 DİE başkanı)
Kürtler = % 10 (1965 nüfus sayımı)
Aleviler = % 10
Ateistler = % 10 ?
Solaklar > % 10
İşsiz > % 10
Psikiyatrik sorun > % 10 (öne sürülen)
Oyvermezler > % 35 (2002 = 18/50 milyon kişi)

Şimdi normaller, bu ayralları nasıl cezalandırır, ona bakalım:

Evsizler yok sayılıyor, çöplerden karnını doyuranlar görmezden geliniyor. Müslüman bir parti iktidardayken bile sürekli çalışan aşevi ve barınak açılmıyor. Zenginkonduluların servetlerinin % 2,5’luk fitre ve zekatı açlık sorununu çözer.

Asker kaçaklığının cezası 3,5 yıl hapisti. Yasa değişmedi ama uygulaması durduruldu. Ayrıca, üniversite mezunlarına tanınan ve daha kısa süreli yedek subaylık hakkı yitirilebildi.

1980 ertesinde oluşan siyasal sürgün kümesinin vatandaşlık hakları ellerinden alınmış durumda.

Dul kadınlar cinsel tacize uğrar. Sonra da öldürülür.

Özürlüler, anayasal ve yasal haklarına sahip değil. Hiçbir işyeri, kamu olsun, özel sektör olsun, onları istihdam etmiyor. Kötürümlere tekerlekli sandalye veya görme özürlülere özel otobüsler gibi düzenlemeler yok. En basitinden bir sürücü, yaya geçidindeki bir özürlüye kolay kolay yol vermez.

Solakların eline vurulur, çünkü dinen sol el kullanımı uygunsuz sayılır.

Oy vermemenin para cezası vardır.

Aleviler’in köyüne zorla cami yapılır. Sünni kurallarına uymaları için zorlanırlar.

Nüfus kağıtsızlığın cezası 2 ay hapisti.

Bekar birlikte yaşayanlar muhtar kovuşturmasına uğrardı.

Çocuksuz kadınlar boşanma talebiyle yüzleşir. Kusur erkekte değil, kadında aranır.

Erkek eşcinseller aşağılanır. Cinsel tacize uğrar. Yanısıra sübyancılık ve ensest bilinenin çok katları durumundadır.

Alkolikler yasalar ve tıbbi etik yasaklasa da, elektroşoka maruz bırakılır.

Psikiyatrik tedavi görenler aşağılanır. İşini yitirebilir.

Frengi ve cüzzam gibi bedende çok önemli deformasyon yaratan hastalıklara maruz kalanlar istatistiklerde açıklanmıyor. On binde bir gibi oranlarda olduğu tahmin edilebilir.

Siyam ikizi gibi anormallikler eskiden gazetelerde yer almazdı. Şimdi hepsi yer alıyor.

Listeye bakılınca, Türkiye nüfusunun ortalama bir kaç ayrallık taşıdığı gibi bir sonuca varabiliriz. Bu da kişinin maruz kalacağı gerilimi katlayarak arttırır.

Ayrallara karşı, tutum-davranış farklılığı görüyoruz. Eşcinselliğe karşı hoşgörü beyan edilirken, kendi çocuğu eşcinsel olanlar aynı hoşgörüyü gösteremiyor. Bunun Türkiye’ye özgü bir durum olduğunu sanmıyorum.

Şimdi anormaller, diğer anormalleri nasıl cezalandırır, ona bakalım:

Haberin gösterdiği üzere, Kürt azınlıklar eşcinsel azınlıklara, eşcinsel bir Kürt olsa bile, hoşgörü göstermiyor.

Kurucu ve yaşcı olarak ayrılan, uyuşturucu kullananlar ve alokilkler de birbirini sevmezler. Ancak, eskiden (35 yıl kadar önce) ikisi birarada pek raslanmazken, şimdilerde yaşlı-kurucu yaşsız-kurucudan daha çok duruma geçti. Marjinallerin kendi iç devimselleri olduğunu göstermesi açısından ilginç bir örnek. Nereden biliyorsun, denirse; ‘doğrudan gözlem’ derim.

Son yıllarda ateistler en istenmeyen komşu türü olarak, eşcinsellerin yerini almaya başladı. Eşcinsellerin namaz kılma hakkı vardır ama ateistlerin yoktur.

1980 yazında Kuşadası’nda çalışmış ve Ülker Sokak’ta ikamet etmiş biri olarak eşcinseller hakkında 2 karşıt izlenimim var: İlki olumlu, ikincisi çok çok olumsuz. Bunlar da doğrudan gözlem ve yalnızca birisinin kişiyi yanıltabileceğine ilişkin doğrudan bir örneğim.

Edebiyat ve yayıncılık dünyasında eşcinsl klanları olduğunu da doğrudan gözleyegeliyorum. Benim açımdan liberal veya Fethullahçı klanlardan farkları yok. Klan klandır: Kendindekinden başkasına yaşam hakkı vermez.

Bu, diğerine yaşam hakkı vermeme olgusunu, İstanbul’da hemen tüm marjinal gruplar arasında gördüğüm, marksistlerin binde biri kadar olan feminist kümelerin hoşgörüsüzlükten habire mayoz bölündüğünü ve selamı kestiğini, yine bizzat izlediğim için, söylenene değil, edime bakarım.

Bana en çok koyan durum şu: 200 kitap yazıp, ancak 3 tanesini bastırabilmiş biri olarak, herhangi bir marjinal grubun, doğru klana eklenip, onların AB bağlantılarından yararlanıp, benim 1.000 kitabımı bastırabilecek kadar parayı alıp, israf ettiğini kezlerce görmek beni sinir ediyor.

Gelelim öznelliğe:

Benim en sivri marjinalliğim, çok bilgili ve çok zeki olmam. Türkiye 1960-2010 gibi bir yerzamanda, 3 darbe ve 3 liberalizm dalgası ertesinde, bu niteliklerim bana yalnızca ağır cezalar getirdi ve en büyük ihanetlerin bir bölümünü de diğer marjinallerden gördüm. Sonuçta asal yalnız biriyim.

Benim diğer marjinallere karşı tavrıma gelince: Bana ne: Bu benim savaşım değil. Benden göreceğiniz hoşgörü, sizlerin bana gösterdiğinz hoşgörü kadar olacaktır. Bana acımıyor musunuz, ölün öyleyse... Ben sizi öldürmem, siz zaten birbirinizi öldürüyorsunuz. Musa Anter’in kızı gibi, babamı öldürmüş adamla, oturup konuşmam, yüreğim elvermez.

(Nisan 2011)

Toplumsallığın Negatifliği

Toplumsal olmasaydık, insan olmazdık, tarih de olmazdı.

Ancak, toplumsallığın bedelleri de var.

Bir: İnsanlar birbirine çok fazla yakın yaşıyor. Bilindiği kadarıyla, insanlar birbirine ortalama 5-6 metre uzaklıkta dururlar. Yine bilindiği kadarıyla, standart biyografilerde, 12.000 yıldır insanlar birbirine 1 metreden de yakın yaşar. Bunun sonucu olarak, yalnızlığı isteseler de, onu hiç yaşayamadıkları için yalnızlıktan korkarlar.

İki: Çok fazla olumsuzluk görmek: Yerleşik yaşamda bile, aile diğer ailelerle yılda 1 aydan fazla görüşmez. Her hane içine kapalı birer birimdir. Bu durum bozulunca, çok fazla suç, ayıp ve günah gözlemeye başlarız. Bu da, kiminde öfke, kiminde bunlara göz yumma yaratır. Örnekse, günümüz büyükkentlerinde suçun sürebilmesinin temel nedeni, sivillerin suça aşırı göz yummasıdır.

Üç: Yaratıcılık azalır. 100 milyarlık toplam insan nüfusunda yalnızca 100.000 kiş toplumsal artı-değerli bir şeyler yaptı. Bunun temel nedeni de, gelenekselliğin toplumsallıkta çok kolay oturabilmesi ve başkaları yaptığında, sıradan insanların da bunlardan yararlanmasıdır. Bu da atalet yaratır.

Dört: Sosyal psikolojinin birçok gözlem sonucu kurallara bağladığı üzere, toplumsalllık insanlarda tutum-davranış farklılıklarını çok arttırır.

Tüm bunların sonucunda ne olur / oldu?

O milyonda bir kişilerin yarattıkları tarihte, 3 kere olmak üzere kitlesel nüfus artışları görüldü. Geri kalanı hep olduğu ve kendine söylendiği gibi yaşadı. Yani, toplumsal atalet pratikte % 100’e vardı ya da başka bir deyişle ‘hiçbir değişim can acıtmadan olamaz’ duruma geldi.

Zaten, 1945-1957 tarih-öte çatallanmasnda görüldüğü üzere, insan-ötenin önünü de bu gelişim açtı. İnsan türü er geç kendini yok edecek duruma geldi ve öyle de kalacak.

Yani, artık geleneksel toplumsallığın terkededilmesi gerekiyor. Yoksa, evrim duracak, belki durdu ile.

(14 Ekim 2011)

04.04.07, 21:40.

DÜŞÜNCE-DUYGU İLİNTİSİ

İnsanların tamamına yakını duygularıyla yaşar. Düşünceleriyle yaşayanlar entellektüel deniyor. entellektüellerinde, sanatçı olanları değil de, bilimci ve düşünür olanları daha çok düşünceyle yaşar. Akademisyenliğin entelejensiyalığı onu düşünceden uzak tutar. Akademisyen, telif yerine, nakil ve tefsir düşünceyle yetinir.

İnsanın düşünceleri olmadan önce, hayvanların da düşünceleri vardı. Memelilerde uzun dönemli belleğin var olduğu hem deneylerle, hem de doğrudan gözlemlerle sabittir.

İnsanın düşüncelerini temelde duyguları besledi.

Bunlardan temel bir coşum sayılan yönelim, (oryantasyon) bir duygu olmasına karşın, o olmaksızın doğru bilgiye düşünce kolayca yönlenemiyor. Bunu insanların çoğunun yalanlara kolayca kanmasından anlayabiliriz.

Düşünce için diğer iki önemli duygu, konsantrasyon ve motivasyondur ki 1980 sonrası doğumlularda bunların bariz eksikliği kognitif psikologlarca gözlenmiş durumda.

Zihinbilimin kurucusu sayılan Freud, düşünceyi temel bir insanlık durumu saymaz. Düşünceyi yüceltmeci bir eğilimle, ancak duygu doumsuzluğunda yaşanılan bir durum gibi ele alır.

Oysa, çok seyrek de çıksalar, bilim tarihine baktığımızda, bazı insanların neredeyse içgüdü düzeyinde bir dürtüyle düşünceye ve bilgiye yöneldiğini görürüz. Milyonlarca kişinin anlamsız saydığı matemitğin tenha köşesindeki bir denklem için 50 yıl uğraşmak, bu kadar uzun süren bir dürtü olmadan mümkün değildir.

Global insan nüfusunda son yüzyılda temel eğitimin, herkesi okuryazar yapma gibi bir sonuca yavaş yavaş yaklaşması, üniversite eğitimini alanların oranının da giderek artması sonucu, tarihsel-kültürel moment olarak, artık insan türünde kognitif eğilimleri doğal olan birkaç kuşak yetişmiştir diyebiliriz ki insan türünde nitelikler ancak böyle kalıcılaşabiliyor. Ancak, genetiğin yerini kültürün alması nedeniyle, Einstein’ın çocukları değil, onun öğrencileri ona yakın bilgide olabilmektedir.

Hala sonucu kesinleşmemiş bir yaklaşımla, zekaları on binde bir gibi oranlarda raslanan yükseklikte çocukları özel bir eğitime tabi tuturak da, düşünce insanları yetiştirmek mümkün olabilmektedir.

28.05.07

EMPATİ x SİMÜLASYON

Empati coşumsaldır ve duygusaldır. Simülasyon düşünceseldir ve bilgiseldir.

Empati özneldir. Simülasyon nesneldir ama nesneleşmiş, metalaşmış, şeyselleşmiş değildir.

Empati afektif ve donatiftir. Simülasyon kognitiftir ve informatiktir.

Empatide düşmanın ile özdeşleşme riski vardır. Simülasyonda bu risk yoktur. Devamı olarak da, şizofrenlerin taklidi, normallerin özdeşleşmesini yener.

Empati donanımsaldır. Simülasyon yazılımsaldır.


28.08.08, 19:55.

İSTEDİĞİN BİRİNİ ÖLDÜREBİLMEK

Birini öldürmeyi istedim mi?

Evet. Hem de çok kez.

Birini öldürebilir miydim?

30’umdan önce evet. Sportmen bir bedenim vardı, spor yapıyordum, güçlü değildim ama çeviktim. Adam öldürmek için çeviklik, güçten önemlidir.

Birini öldürebilmem mümkün olursa, yapar mıyım?

Eskiden evet ama şimdi hayır.

Hayır, daha iyi biri olmadım; evet, daha kötü biri oldum. Yaşarsa, ölürkenkinden daha çok acı çekecek, onu yaşamaya bırakıyorum. Bana acı çektirdikleri gibi, öldürmek istediklerim, birbirlerine ve kendilerine de, bana çektirdiklerinden daha çok acı çektiriyorlar.

Kimleri öldürmek istedim?

Bana doğrudan acı verenleri: Muhbirimi, işkencecilerimi, bana ihanet eden sevgililerimi, ihaneti eyleyen erkekleri. Bunlar, öznel nedenli olanlar.

Nesnel nedenli olanlar ise, darbeciler, iktidar seçkinleri, liberal ileri gelenler, vd, vb. Devlet düşmanları değil, halk düşmanları...

Öldürmek gelişkin yetiler istiyor: İyi silah kullanma, iyi bedensel döğüş, kendini koruyabilme (herhalde senin öldürmek istediklerin, seni de öldürmek isteyecektir ve öldürmekle öldürülmek birbirine çok yakındır, hatta teğettir).

Sıradan katiller genelde bu yetilere sahip değiller, çünkü öldürdükleri anda, öldürdükleri kişiler genelde savunmasız oluyor. Maktuller, ya tanıdıkları birileri oluyor, ya da savunmasız birileri...

Çoğu kişi, öldürmüyor, öldürtüyor. Türkiye’de onlarca nedenli o kadar çok faili meçhul cinayet var ki... Bir de o ölümden aynı anda o kadar çok kişi kar ediyor ki...

Şu anda aciz bir bedene sahibim ama gayrı-aciz bir zihne sahibim. O nedenle, ileri teknolojiyi kullanarak bir ölüm makinasına dönüşebilirim.

Bunu yapmaya değecek birilerini çevremde göremiyorum.

Nefretim ve öfkem azalmadı. Daha büyük düşmanlar yetişmekte. Libidomu ve becerimi onlara saklamam gerekli.

Tüm bunları neden düşündüm?

‘Wanted’ filmini seyrettim de, ondan dolayı...

İstediği birilerini öldürebilen, profesyonel ölüm makinaları, birbirleriyle ölümüne savaşıyorlar.

Tüm savaş oyunlarında olduğu gibi, sonul kazanan yok.

Benim ölene dek yapabileceğim, en büyük cinai başarı, kendimi öldürmemek, çünkü beynimin içi, şu sıralar epeyini tehlikeli biçimde geçtiğim, ölümcül mantık bombalarıyla dolu...

Her ölümü atlatışım, zaten birilerinin ölümü demek, çünkü o sağ kalmadan çıkan ders, düşmanların yok edilebilmesi demek olacak.

Tuhaf:

‘Wanted’ biri değilim’, ‘Unseen’ biriyim.

Görünmeyen bir katil.

15.09.08

YAŞAMIMIN EN TRAVMATİK OLAYLARI

Ocak 1981’de haksız yere okuldan atılmak.

Ağustos 1983’te işkence görmek, ardından gelen yurttan atılma, kaydedilmeme, 1 öğrenim yılı yitirme, 4 yılla yargılanma süreci.

Ağustos 1983’te X.’in beni içerideyken aldatması ve sonra da terketmesi.

Mart 1989’da mevcutlu olarak askerlik şubesine götürülmem.

Kış 1992-1993’te sokakta kalmam ve akciğer kanaması geçirmem.

Kış 1997-1998’de depomun soyulması.

İmge Yayınları’nın 2002’de sinema kitabımı reddediş biçimi.

20 yıl boyunca (1984-2004), dergilerde editörlerin yazılarımı reddedişleri ve yazılarımı yayınlarken, iyi durumdaki internet sitelerinin kendilerini kapatışı.

Mart 2006’da psikiyatriste gidişimin süreci.

Para kazanmayı asla beceremem.

Maddi ve manevi ölüm deneyimlerim, şu an en travmatik olaylar arasında değil ama hasarları yukardakilerin bazılarından daha büyük. Yani, en büyük zararı görmekle, en büyük zedelenmeyi benim hissetmem birbirleriyle çakışmıyor.

07.11, 18:00.

SİNESTEZİ ve POLİSTEZİ

Zihnimin hem klasik Freud, hem de Sacks / Szondi gibi ayral zihinbilimcilerin paradigmaları dışında nitelikleri var ve ben bunların çocukluğumdan beridir ayırdındayım ve bir bölümünü yazdım. (Arada kalan diğer marjinal psikologlar olan Jung, Fromm, Reich, Adler hepten epistemoloji dışı kalıyor benim için.)

Sinestezi de bunlardan birisi:

Çocukken ateşli havale geçirdiğimdeki motor duyu-dilimin bozuluşu ve çarşaflarla boğuştuğum kabuslar ve çok ateşliyken iki parmağımın (2 işaret) temasındaki motor dışı duyuyu anımsıyorum.

Bir de, doğal ama anormal sayılabilecek olan, değişik 5 duyu-dil tanımlarım ve bunların öte sentezleri ve praksisleri var.

Bu durumda ben doğal bir polistezik oluyorum.

Sinestezikler harfleri renkli görebilir. Bense, renkler ve harfler arasında olası kombinasyonlar tasarlıyorum. Onlarda bir tane varsa, ben onlarcasını tasarlıyorum, onlar bunu yapamıyor.

Sinesteziklerin değişik korteks bölgeleri ve korteks olmayabilecek beyin bölümleri birbirinden farklı olduğundan dolayı, sinestezi de aslında bir polistezi ama eksik bir polistezi.

Burada çifte kavram karmaşası oluşuyor: Astronomi-astroloji ve ekonomi-ekoloji arasındaki gibi, epistemolojik acaip ilintiler gibi durumlar sözkonusu.

Elimde, 23 küsur yıldır 5 duyu-dilli dans koreografisi akış çizelgesi var.

Seyrettiğim Uzakdoğu Metafiziği ağırlıklı flimlerde motor duyu-dili, var olan ve olmayan birçok duyu-dille ilintilendirdim ve bunların çoğunu kaydetmek yerine, yaşadım, çünkü beynimi beslediler. Bu, benim kolay kolay yapmayacağım bir davranıştır ama beni duygusal olarak besleyen, siberuzaydan önceki tek informatik-kognitif kaynak onlardı.

Teknolojik olarak da, sinestezi ile polistezi birbirine karışıyor. Örneğin: Dilinle bilgisayar faresi kullanırsan, yavaş yavaş tadlar belli metinler olmaya başlar.

Benimkisi başka bir polistezi: İnsan sinestezisi ile yapay / siberuzaysal polisteziyi yaşarken sentezlemek ve praksislyemek niyetindeyim.

Aslında yaptım bile. Bu satırlar, ‘ne yapmak’ konusunda, nasıl ilerlediğimin kaydı yalnızca.

Çok açıkseçik bir örnek vereyim:

2 hafta bedensel hastalığın (ishal, bel ağrısı ve grip birarada) üzerine, 14 saatlık bir otobüs yolculuğunun 8.-10. saatları arasında şunu duyumsadım: Devasalaşmış parmaklarımı yerin 2-3 metre altına sokarak onu kabartıyorum, depremliyorum, nadaslıyorum, silkeliyorum ve karman çorman ediyorum. Bunu otobüs yol alırken, gözlerimde ve ellerimde bizzat yaşadım. Deneyim, saniyeler ölçeğinde kısaydı ama çok ve çok somuttu.

Bunun yorumu şu:

Gücüm artık kükrüyor.

Bu, korkarak saldırmanın çok ötesinde bir duygu durumu (‘mood’).

İçimdeki kötü’yü artık serbest bıraktım ki bu libidomu üslerce arttırdı. İronik olarak, kötüyü serbest bırakınca, daha iyi biri oldum. Daha insan oldum, hatta yalnızca insan oldum diyebilirim. Diğerleri de bu durumda hayvan oluyor, Kasımpaşa’dakiler yani.

Psikiyatristim buna ‘kendiyle buluşma’ diyor ama hala şu geçerli: Benim hiçbir zaman ‘ev-kendi’m olmadı, yok ve olmayacak. Bir seçim değil bu, doğal / içgüdüsel bir özellik.

Zaten o yüzden hala sağım:

Töz öldürülemez, yazı gibi...

Dipnot: Bunları ‘Sinestezya’ romanını okuduktan sonra yazdım.

23.12.08, 19:55.

TASARIMSAL POZİTİF BEN

Böyle bir kategori tanımlı. Üstelik şansım daha iyi olsaydı, o biyografiyi yaşamış bile olabilirdim.

O zaman ne değişirdi?

Şimdi bildiklerimin çoğunu bilemezdim. Çok daha az acı çekmiş olurdum.

Şimdi bildiklerimin çoğunu benden başkası bilmiyor, 10 milyar kişiden söz ediyoruz. Benden çok daha fazla acı çekmiş, benden genç ölüp gitmiş çok kişi tanıdım; hem de öyle uzaktan değil, yaşama tarzlarımız birebir çakışarak. İçlerinde sağlığı benden daha az kötü olanlar da vardı.

Tasırımsal pozitif beni ister miydim?

Acı çekmemiş olmayı dilerdim, hem de çok fazla ama bildiklerimden de vazgeçemezdim.

İkilemsel değil: Yaşadığım negatif beni üstleniyorum, olumluyorum değil, olduğu gibi üstleniyorum.

Şimdiki bu negatif ve antipatik durumumla insanları kendimden uzak tutuyorum. 13 yıldır telefonum var, bu süre içinde beni ve yalnızca beni, hayırlı ve yalnızca hayırlı bir nedenle arayan birini anımsamıyorum.

Şerhler: Bedelli askerlik haberini şehirlererarası otobüs radyosundan öğrendim. Kitaplarımın basımı, hem pozitif yollardan olmadı, hem de telefonla hallolmadı, e postayla halloldu.

Diye gider.

Bundan yakınacak durumda değilim.

Bu yaştan sonra, pozitif olabilecek de değilim.

Yaşlılığın negatifliğini bir yana koyalım, Türkiye’nin 1960-2010 tarihçesi berbattı, en azından benim gibiler için berbattı.

O nedenle, az da olsa kuşku duysam da, rahatça söyleyebilirim ki:

Pozitif ben tasarımsaldır, uygulamasal değil.

Olmuş ve ölmüş biriyim, durum değiştirilemez.

Ancak, bunları yazarken acı çekmiyorum, çünkü çok daha fazlalarını yazamazken, dağlarda boşluğa naralar ve çığlıklar atıyordum.

Yeryüzü cehennemindeki çilem, artık çekilir yanıklıklarda.

Hamdık, piştik, yandık...



16.03.09, 17:00.

NARSİSİZM

Kendine hayran biri miyim?

Bence hayır.

Bu sorunun geniş açılımlı yanıtları var:

Kendinde nefret ettiğim çok yön var. Geçmişte bunları adlandıramazdım da. Örneğin, geçmişte anneme ve babama benzeyen yönlerimden nefret ederdim ama onları adlandıramazdım. Sonraları adlandırdım. Şimdi anneme ve babama, hatta babababama / büyükbabama / dedeme benzeyen yönlerimden nefret etmiyorum. Onlardan yakınmıyorum da. Yapabildiğim, yalnızca onların olumsuz edimlerini bloke etmek. Onları değiştirmek için gereken libidoyu, o alan yerine, yaratıcılığa kullanıyorum ve bu bir süblimatif davranış değil, çünkü bende kognitif yan içgüdüsel olarak en önde. ‘Tersyüz edilmiş kumaş gibi’ olmam, bu yüzdendir.

14 yaşımda kendimden nefret ettim ve dedim ki: “Bugüne kadar hep beynimi yıktım, bundan sonra yaşamımı yıkıp beynimi kuracağım.” Yaşamımdaki yıkımı 35’imde durdurdum. Etkileri 49 yaşımda bitti. Artık nötrdeyim.

Geçmişte hayran olduğum çok bilimci, sanatçı, düşünür oldu. Son 23 yıldır temelde yalnızca kuramsal kitaplar okuduğuma göre, bu en az 1.000 kişi demek oldu.

Şimdi, ne zamandır olduğunu tam olarak kesin saptayamam, ben de onlar gibi oldum, yani beyin zirvelerinden biriyim. Yazmış olduğum 23.000 sayfa, ne yapılsa silinemez ve gelecekteki etkileri engellenemez.

Ancak, bu narsisizm değil. Gerçek bu, durum böyle: Bütün dahileri dahi oldukları konularda geçtim.

3 yıllık psikiyatrik kemoterapi, öfke ve nefret duygumu azalttı. Kognitif olarak öfke ve nefretim baki ama duygusal olarak değil. Kognitif öfke ve nefret de, o nefreti yaratan ortamı yaratanları tek tek yıkmak. Öyle yapıyorum da.

Öfke ve nefret, Acı’ya dönüşerek Bilgi’ye dönüştü. Sevgi olmadı.

Sevginin ne olduğunu, son yıllara dek açıkseçik ifade edemesem de, hep bilegeldim. O sevgiyi ne kimse bana verdi, ne de ben kimseye verdim. Ben istedim vermediler, ben veriyorum başkaları istemiyorlar. İnsanlar, kendi kurguladıkları sevgiyi istiyorlar, o sevgi biçimi işlevsiz, yararsız, hatta zararlı olsa bile. Bunun nedeni, faşizmin ve engizisyonun sevgiyi yıkıcılığa dönüştürmüşlüğü ve bilgi toplumundaki beyaz gürültü düzeyindeki dezenformasyon.

Narsisist olsam da, kendimi sevsem de, içim ısınmaz. Isınmıyor da. Sevgi soğuğundayım, sevgi üşümesindeyim. Sevgi sıcaklığı ister miydim, emin değilim. Üzerime külfet olurdu, varlığıma yük olurdu gibime geliyor.

Bunun nedeni, asal yalnızlığım. Kendi dansımı yapabileceğim geniş hacmi artık yaratabildim, olağan sevgiler de o mesafeden işlemez. Uzaktan ve platonik sevgiler de beynime izdüşmez. (Örneğin, bugün bir erkek okurumdan bir fotoğrafçı eleştirim için, sevgi dolu bir mesaj aldım ve resmen / gerçekten utandım.)

Bu durumda nesnel bir öz-desteği sözkonusu edebilirim. Kendimi sonuna dek onaylıyorum, hatalarımla, tutuculuklarımla, değişmezliklerimle. Bunun kendimle barışla ilgisi yok. Sanal kişilikçik federasyonu işbirliği ve işbölümü, tarihin bu momentinde biyografimin momentiyle birebir çakışarak, çok işlevsel bir aşamaya sıçradı.

Bunu şansa borçluyum. İç ve dış koşul olarak, gerçekten 10-20 çok zor / imkansız alanda şansım yaver gitti. Yani, yaşamımda ilk kez yolum tıkanmadı, tersine iç ve dış destekle açıldı. Ben de tek başıma yolu yürüyüp gittim.


Takvimim en az 2050 yılını gösterdiği için, bugün 20’li yaşlarında olanlar, yaşlılıklarında benim düzeyime gelmiş olacaklar, milyonda 1-2 kişi belki ama muhakkak 1-2 kişi.

40-50 yıl daha yaşayabilmek arzusunda ve niyetindeyim. O kadar sürelik işim var şimdiden. Yaşamın keyfini de ancak sürebilmeye başladım.

Durumumu tümüyle onaylıyorum ama bunu hala bir narsisizm olarak kabul etmiyorum.

08.01.10

META-GNOZİ

Meta-gnozi bir meta-disiplindir.

Hipergnozi bir zihinbilim disiplinidir ama meta-gnozi bir meta-zihinbilim meta-disiplinidir.

Meta-gnozi metafizik-bilim senteziyle uğraşır.

Meta-gnozi Aristo ve Lao Tzu diyalektiklerini poliyalektikler yapar.

Meta-gnozik gelecekbilim, 2.500 sonrasından 7.500 yıllık Dünya Sistemi’ne bakar.

Dünya sistemi – Neo-Globalizm ayırtsızlığı, değil meta-gnozinin konusu olmak, bilgi disiplini olarak bile, ancak bir altalan olarak çalışılır.

Meta-gnozi, benim hipergnoziden çıkıp içine girmek üzere olduğum bir zihin durumudur.

01.05.10.

İD ve SÜPEREGO

İd yanım aşağıya doğru, süperego / entellektüel yanım yukarıya doğru sonsuzca yol alıyor ama anlaşılmaz bir biçimde bütünlüğümü koruyorum. Bunun olası bir açıklaması şöyle olur: Tarihin bu yer ve döneminde tüm toplumsal farklılıklar birbirinden ayırtsızlaşıyor. Bu, standartlaşma demek değil, yaşama hacminin daralması demek ki çöküş dönemlerinde genellikle böyle olur ve bir çöküş döneminde olduğumuz, (dekadans tipi göstergelerin bolluğunun bir nedeni sayesinde) başka nedenlerden dolayı apaçık ortada.

24.01.11

TERATOLOJİ

Teratoloji ucubeyle uğraşan bilim dalıdır.

Ben bir ucubeyim. Daha doğrusu, kendimi bildim bileli, kendimi öyle hissettim.

Kendimi ucube hissettiren şeyin ne olduğunu, 48 yıldır tam olarak çıkaramadım.

Öncelikle, şiddetseverlik var:

3-13 yaşlarım arasında, her kurban bayramında, dedemin ve bir eniştemin kestiği, 2 tane koyunun kesilmesini, kanının akıtılmasını, derisinin yüzülmesini, organlarının çıkartılmasını, sonunda da kavurma için, etlerinin kıyım kıyım doğranmasını, saatlarca zevkle seyrederdim.

9 yaşımda korku dergilerini keşfettim. Oradaki şiddet beni kendine çekerdi ki iyi çizilmiş grafik romanlar hala aynı etkiyi yapar.

9 yaşımda ‘Tek Kollu Kahraman’ı, yani Wang Yu’u keşfettim. Uzakdoğu şiddetinin estetiğine hep hayran oldum. Şimdilerde tercihim, animeler ve Japon şiddet filmleri.

24 yaşımda 1 kadavra doğrama olanağını buldum.

Sonrasında, kendimi hiç insan gibi duyumsamadım. Beyin gibi duyumsadım ama gerisi bana boş geldi. Bunda, ağır hastalıklı çocukluğumun beni iç organlarımı yok saymaya götürmesinin payı var. Zihinsel bir bozukluk olarak, bazı organlarını yok sayma, psikotik körlük gibi durumların varlığını biliyorum.

Ancak bunlar, durumumu açıklamak için yetersiz.

Ucubelere hep ilgi duydum. Hem statik, hem dinamik olanlarına. Yani; hem bedensel bozukluklara, hem de yürüme bozukluğu gibi, nörolojik olanlarına. Hala da öyledir.

Kendimi onlarla özdeşleştirdim. ‘Mars’ta Bir Antropolog’ gibi insanları taklit ederek, aralarında görünmez olmayı öğrendim.

Zihinsel rahatsızlıklarım var: Temelde; paranoit, melankolik, katatonik karışımı bir şizofreni. Ancak, bendeki şizofreni kognitif eylemlerimi engellemiyor, tam tersine beni hiperkognitif yapıyor ki bu zihinbilimsel literatüre aykırı bir durum ama kendi durumumu kendim böyle tanımlıyorum.

Hala bende neyin ucube olduğu belli değil.

‘Algernon’a Çiçekler’deki Charlie’yi çevresi ucube bulur, hem gerizekalı iken, hem de ilerizekalı iken. Eskiden ucubeliğimin bunun benzeri bir şey olduğunu sanırdım. Değilmiş. O deha iniş çıkışlarını kezlerce yaşadım, hatta bunamayı atlattım ama kendimi hala bir ucube gibi hissediyorum.

Temel neden sevme becerimin sıfır olması olabilir ama bu bana mantıklı gelmiyor, çünkü aslında dünya öyle insanlarla dolu.

İkinci Sanayileşme’nin öncü 9 altkültürünü aşırı savunmanın bunu yarattığını da düşündüm. Örneğin, ölümsüzlüğün mümkünlüğünün takıntısını. Ancak onlar artık uygulanıyor ama ben hala ucubeyim.

Teratoloji üzerinden, bu sorunun yanıtını bulacağım.

28.01.11

COTARD SENDROMU

Ben de kısmi ve biraz özel bir Cotard Sendromu / Sanrısı var:

Kendimi uzun süredir bir ölü (ve daha çok bir hiç) gibi duyumsuyorum.

Olağan tıp açısından bakılınca, bu patalojik bir durum.

Ancak benim yaşamıma bakılınca, anlaşılabilir bir durum oluyor.

Birincisi, yaşamım boyunca çok ölüm tehlikesi atlattım. Bu durum, kısmi olarak ölmüşlük, kısmi olarak ölümsüzlük duygusu veriyor bana.

İkincisi, hep standart-dışı yaşadım. Üniversiteyi olağandan 5 yıl daha geç bitirdim. Mesleğim, seyyar satıcılık gibi meslek olmayan bir meslekti, artı bunu yazarlık gibi hiç mi hiç meslek sayılmayan bir işi sürdürebilmek için seçmiştim. 20 yıl askere gitmedim, vd.

Cotard ilk tanımı yaptığında, ‘negation delirium’ tanımını kullanmış. Tam da bana uyuyor. Tüm yaşamım negasyondur, hiç pozisyon yoktur. Pozisyon, standart biyografilerin standart rol ve statülerine uymaktır, konumlanmadır.

Bunun ‘self verification’ (kendini doğrulama) ile ilgisi de var. Temel var oluş biçimimi yazmak oluşturduğu için, yazdıklarımı gerçekte tek bir insanın bile gerçekten anlamaması (ve aslında yazdıklarımın inanılmaz derecede açıkseçik olması), beni kendiliğinden olumsuzlama, hayırlama, değilleme konumunda bırakıyor. (Bu arada, beni anlayabilirlerin varlığını yüksek olasılıkla kestirmem ve onları hiç mi hiç bulamamam da, ayrı bir dert kaynağı.)

Ancak bunların psikolojik bir işlevi var: Sürekli kendini aşıyorsun, sürekli değişiyorsun.

30’undan sonra değişmenin pek hoş karşılanmadığı bir toplumda, durumum ucubelik olarak karşılanıyor.

Bu sendromun tedavisi ilaçla. Ancak ben başka deliliklerim nedeniyle, zaten ilaçla tedavi oluyor durumdayım.

Ürtiker krizi ertesinde, aşırı dozda kortizon yüklemesinin, az kalsın beni kalp krizinden gömecek olması gibi, yeni ilaçlar beni olağan durumum olan katatoniye kilitleyebilir / gömebilir. O nedenle, durumum berbat olsa da, böyle gideceğim.

Bu, ucubece ve teratolojik bir durum.

Şimdiye kadarki tüm deliliklerime kendi isteğimle değil, yaşamın beni zorlamasıyla girdiğimi vurgulamam gerek. Ben yalnızca, bir beynin sağ kalmasının imkansız olduğu yerzamanlarda, beynimi yaşatıyorum.

Çok acı çekiyorum ama buna alışkınım.

Her zamanki soru:

Sonraki ne?

28.02.11, 17:00.

NEKROFOBİK TERATOLOJİ

Standart bir biyografim yok, astandart bir nekrografim var: Yaşamımın içine çakılı / kakılı olduğu yerzamanların bana vermiş olduğu standart rollerin ve statülerin hiçbirine girmedim; onun dışında / yerine, 50’ye yakın fatal role ve statüye girdm.

Mazohist değilim. Nekrofilik değilim. Yalnızca dahiyim.

Dehamın / beynimin yaşaması için, bedenimin ölmesi gerekiyordu; zihinsel olarak ve kültürel olarak. Bu nedenle, genelde marazi ve intihara eğilimli bir tip olarak algılanageldim; normal (faşisti) insanlar tarafından; taa 20 yaşımdan beridr...

Nekrofobim var, panik ataklı. 2006’dan beridir ve 46 yaşımdan beridir. Psikiyatrik tedaviyi ancak o zaman ve o koşullarda kabul ettim: Sağ kalmak için.

50 yaşımı geçtiğimde, 20’yi aşkın ölüm tehlikesi bedenimde, 3/5’i çalışmayan akciğerler, büyümüş bir kalp gibi, yaşamımı kısaltabilecek izler bıraktı. Yine 20’yi aşkın stres-post-travması ertesinde, eski benciklerin / yazılımların hepsinin tam kaydı beynimde duruyor: Böylelikle, bir sürü (yazılım) cesetle birlikte yaşıyor oluyorum.

Ucubeler insana doğrudan ölümü anımsatır (ki zaten ucubelerin tamamına yakın bir oranı kısa sürede ölür). İşte o nedenle bu durumum, beni nekrofobik bir teratolog yapıyor.

Bu bana neler getiriyor ve benden neler götürüyor?

Gelenler:

Öncelikle meta-hümanist olabildim, 2005’ten beridir. Sonra sağ kalabildim: Tuhaf bir biçimde, kimi ölüme doğru arabamın gaz pedalına tuğla koysam da, son anda sıyırtmayı hep beceregeliyorum. Ustalığımın artması gerek, çünkü benim yapımdaki biri için ölüm tehlikesi riski de giderek artıyor; hem Türkiye’de, hem Dünya’da, Güneş Sistemi’nde ve/ya Samanyolu Gökadası’nda değil...

Gidenler:

Uçarken inanılmaz ağırlıkta br safra taşıyor gibiyim ama kimi o safraları atınca yükseliyorum, kimi (bilinçli düşünmeye fırsat bile kalmadan, içgüdüyle) safralar düşmana silah olarak atılıyorlar.

Sonuç:

Anime kahramanları veya Yerdeniz Büyücüsü gibi varlığımda ağır ölüm izleri taşıyarak, geleceğe yaşam taşıyorum ama bana yaşayacak bir şey yok: Sanırım, belki de hiç olmadı.

50 küsur yıllık yaşamımı, 14 yaşımdan beridir ellerimde tutuyorum ve onun içine neler neler doldurdum ama gerçekten derin düşününce, faşizm ve engizisyon yerzamanlarında zaten yaşayacak bir şey olmadığı ve yaşamımın bomboş olduğu görülüyor. Bosch denli soyut uhreviliğe sığındım, Bruegel denli sıradan insanların içinde kamufle oldum: Yine de durum değişmiyor.

Benim ölümcül dahiliğim, beni beyni dışında, neredeyse hiçbir organı olmayan bir ucube kılıyor.

Üzerinde çalıştığım konu da bu:

Zihinsel, kültürel, tarihsel, evrimsel ve evrensel çıkarımlar yapabilmek: Bir tür patoloji / nekroloji yani...

29.03.12, 11:11.

NEKROFOBİ ve NEKROFİLİ

Nekrofobiktim, nekrofilik oldum.

Nekrofilim, cinsel bir anlam taşımıyor, ‘kendi ölümümü sevme’ anlamını taşıyor.

İlkin, menzilime erdim.

İkincisi, ölüm artık benim için kurtuluş ya da gelecek yaşamımın her gelecek anı yaşanmış tüm 52 yıldan daha büyük kepazelik olacağı bir tarihsel çöküş dönemine geldik. Tabii ki sağ kalacağım ve tabii ki bundan dolayı utanacağım ama bu daha önceki pasif utanç yerine, aktif bir utanç olacak, yani bana yapılanlardan dolayı değil, başkalarına yaptıklarımdan dolayı utanacağım ama yaşayacağım, ölene dek...

Utancımı bir tek kan davasında öcünü aldıklarım azaltacak, kendi zihinsel ölülerimin tamamının öcünü alamam.

Buraya nasıl geldim?

Kasım 2010’da geçirdiğim travmalar ertesinde durmam gerekirdi, durmadım. Mart 2012’de bir kez daha somut ölümle yüzleştim ve bu yüzyüzelik hala sürüyor, 1 yıl daha sürecek.

Bu durumda zihnim ya yok olurdu, ya da başkalaşırdı. Başkalaştı. Daha önceki ölümle yüzleşmemin her kezinde olduğu üzere...

Bu durum, ilginç bir moment / diyalektik yarattı. Benzeri bir durumu daha önce hiç duymadım ki bu konuda kulaklarım deliktir.

Sonuçta yola devam...

17.04.12, 09.20.

BENDEKİ ŞİMDİNİN ŞİMDİKİ GEOMETRİSİ

Bende zamanlar, hatta anısal mekanlar da, kompartmanlara ayrılmış olarak yaşanır ve saklanır.

Son zamanlarda yaşadığım aşırı stres sonucu, zaman algımı, şizofrence geleceğe hiperbolikçe ıraksayamadığım için, kısa aralıklı zaman için zaman algım silindirleşti ve bu da beni biraz olsun şimdiyi geometrikçe çarpıtmadan, öklid uzayı olarak, düz algılayabilme durumuna getirdi.

Bu biçimdeki şimdiyi algılama sürecim, geçici bir süre için, banaloji, siberuzaycılık ve sıradan insanlık geçişimlerini denklemleyebilmek için bana olanak sağlayacak. Bir de Acı’ma kısa bir süre için ara verecek, çünkü Acı nedenlerimden biri bu gelecek ıraksaması idi.